A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Kral Kaybederse...

 

Güzel bir dizi başlamış, Halit Ergenç başrolde... Oldum olası çok severim o aktörü zaten, çok kaliteli yapımlarda rol alıyor ve oyunculuğu ile insanı senaryonun içine çekiyor. 5.bölümü seyrettikten sonra, olayları kendimle çok özdeşleştirdiğim için bir garip oldum.

Yalnız olmanın en kötü yanı: insan içini kimseye dökemiyor. Zaten ben yazmayı seviyorum, konuşurken yeterince derinleşemiyorum ama yazarken katman katman beynimin derinliklerine inebiliyorum. Sosyal medyaya yazsam biliyorum ki benim faydama olmayacak. Yani "vah vah, tüh tüh" yazmak için bekleyen ama içten içe benim mutsuzluğuma sevinen çok insan var orada. Neden bilmiyorum, keşke anlayabilseydim... 

Yaşım olmuş 48, kendi kendime çok gülüyorum. Bir insan hep döne döne aynı şeyleri mi yaşar, "sen hakikaten tam bir gerizekalısın" diyorum içimden kendime. Problem bende o kesin de, tam olarak ne olduğunu anlamam ne zaman mümkün olacak bilmiyorum. Psikolog desteği aldığımda, sınırlarımı çizemememden bahsetmişti. Narsist karakterleri kendime çekmek ve kurban olmakla ilgili bir döngünün içinden çıkamıyorummuş. Çocukluktan gelen baba travmaları, aile içindeki durumlar falan derken... İşin özü, aidiyet hissetmek ve sevgi görmek için kendinden vazgeçebilen bir karakter olarak saplanmış durumdayım. En ufak birşeyde güvenim sarsıldığı için de; hayatımın özeti, bolca hayalkırıklığı ve uzun dönem sürdürülemeyen ilişkiler olacak, değişmiyor. Bu saatten sonra beni mutlu edebilecek herhangi bir dostluk, arkadaşlık, romantik ilişki olacağını da düşünmüyorum zaten. Ay benim psikolojim hakikaten bozuk, ama etrafıma bakınca da normal bir insan evladı göremiyorum. O yüzden boşveriyorum, ne yaşadığım dünya ideal ne de ben...

Daha önceden de bencillik ve çıkarcılık konusunda şikayet ederdim, insanlar bir tuhaf falan diye... Ama pandemiden sonra sanki yeryüzüne şeytanın kuyruğu çarptı, inanılmaz bir bireysellik ve kendi faydası için başkalarının felakete sürüklenmesinden hiç etkilenmeyen insanlar toplusu ile karşılaştım. Bana has birşey olduğunu sanmıyorum, herkes kendini kurtarmaya çalışıyor bir şekilde, şartlar çok zorlaştı ve insanlar boğulmamak için çırpınıyor. O arada sana tutunarak su üstünde kalmaları, senin boğuluyor olmanı önemsiz kılıyor. Problem bende ki, ben su üstünde kalmaya çalışırken, etrafımdakilere de el uzatmaya gereksiz heves gösteriyorum. 

Terkedilmemin ardından 4 yıl geçti sanırım. Herşeyi geride bırakarak Baküye gelip sıfırdan başlamak istemiştim. Keşke hiç tanımadığım, bilmediğim biryere gidip yapsaydım bunu... Beni sevip saydığını sandığım, arkadaşım hatta dostum olduğunu düşündüğüm insanlardan çok zarar gördüm. O kadar çok konuda yanılmışım ki, çözüm üretmek üzere tespit yapmak için dönüp baktığımda nerede hata yaptığımı bile kestiremiyorum. Kimseye güvenmiyorum, hiçbirşeye inanmıyorum, zarar görmemek için de iplerimi kopardım. Yüzeysel insan ilişkileri ve sahte gülücüklerle geçiriyorum sosyal zamanlarımı. Birşeyler yaratmak veya yaratılmasına katkıda bulunmakla meşgul oluyorum, onun dışında kimseden bir beklentim de kalmadı artık... Finansal olarak iyice rahat ettiğim zaman gitmek istiyorum. Belki Thailand ın bir dağ köyünde, belki de Yunan adalarının birinde kafe işletirken hayal ediyorum kendimi. Benden başka kimse de yok hayalimde, hayret bir şekilde! Ben ki o kadar aşk kadını, sevmek için yaratılmış bir insan, artık sevme isteğim kalmadı. 

Dizideki Handan karakterine özendim. Onun bir Neslihanı, bir Fikreti var diye kıskandım hatta:) Ne kadar güzel bir dünyası var diye düşündüm. Onu savunan bir arkadaşı ve elinden tutup "gel seni buralardan götüreyim, herşeye yeniden başlamana yardım edeyim" diyen bir adam olduğu için kıskandım. Dizi işte, gerçek hayatta olmuyor bunlar. Gerçek hayatta Kenanlar çok, Kenana yalakalanan Semihler çok, senin olana göz koyup seni sırtından bıçaklayacak Özlemler de çok... Ama ne Neslihan, ne de Fikret ancak filmlerde görebileceğimiz ve gerçekte karşımıza çıkmayan karakterler.

Benim bir Neslihanım var sanıyordum mesela... Tesadüf bu ya, dünyanın küçük olacağı tutmuş ve iş ortaklığı yapmak üzere görüştüğüm bir adam bu benim Neslihanın eşinin tanıdığı çıkmış. Dünyanın ta öbür ucunda biraraya geldikleri zaman, benimle ilgili konu açılmış. Bir Neslihan desteklerdi arkadaşını, iyiliğini isterdi, değil mi? Benimki tam tersini yapmış, sonradan öğrendim. Neden anlamadım ama belki de içten içe beni kıskananlardan biriydi o da diye düşündüm sonunda. 4 yıl önce de beni terketmesi için hergün eşimle telefonda konuşup, evden çıkmasını salık veren de aynı Neslihandı sonuçta... Herşey olup bitince birkaç kere konuştuk ettik, sonra aylarca aramamaya sormamaya başladı. Heralde benim yeterince mahvolmuş olduğuma kanaat getirip rahatlamış olacak ki, arayıp sorma ihtiyacı da ortadan kalkmış:) En son konuştuğumuzda, telefonla konuşma alışkanlığının değiştiğini söyledi. Güldüm... Artık o kadar uyuşmuşum ki hayalkırıklığına uğramaktan, yemin ederim hiçbirşey hissedemedim bile. 

Böyle yani... Kendi kendime hindi gibi düşüneceğime bir yazayım dedim, iyi de geldi. Buraya kadar okuyan birileri varsa, sabrından dolayı tebrik ederim. Burası benim zihin çöplüğüm arkadaş! Bir çıkarım yapabileceğin veya birşeyler öğrenebileceğin yazı bekleme:) Konuşamadıklarımı yazıyorum işte, çağımıza uyup. Normal bir insan ilişkisi bulamadığım için internetteki bir blog sayfasında günlük tutup dertleşiyorum diye düşün.

Kral Kaybederse diye başladım da, "ise" kısmı biraz fazla oldu. Kral kaybetti zaten:) Konunun artık onunla hiç alakası yok, zaten kral bile değilmiş onu farkettim ya! Ben sadece Neslihan ve Fikret karakterlerine hayran oldum, o yüzden de keşke dedim içimden... Hala bir umut yeşeriyor ama çooook zayıf.

Keşke orman yangınına yakalanmış kaplumbağa olmasaydık, belki dünya daha güzel olurdu:)



 

0 comments:

Yorum Gönder