A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Baku'den Ankara’ya Yolculuk

Baku'den Ankara'ya Yolculuk

Yıllar oldu İstanbul`dan Ankara`ya otobüsle gitmeyeli… Hah işte fırsat bu fırsat deyip bu açığı kapatayım dedim, yılbaşı için yaptığım son dakika manevrası sonrasında, Baku ucağından inip soluğu Merter`deki otobüs şirketinde aldım. Hay huy derken kendimi o dediğim otobüsün içinde buldum.

Su anda canımı acıtan iki şey var… Birincisi dün gece saat 2.30`dan beri rahat yüzü görmemiş ve topluklu botlarımın içinde tıkılıp kalmış ayaklarım. Daha doğrusu tırnak batması kurbanı olan sağ ayağımın baş parmağı… Nefes aldıkça bile sızlıyor namussuz, ne berbat birşeymiş anlatamam! İkincisi ise, benden soğuduğunu ve ilgisinin azaldığını hissettiğim sevgilimden kaynaklanan kalp kırıklığı… Hayır hangisi ile mücadele edeceğimi şaşırıyorum şu anda, teker teker gelin lam!

Biraz rahat edeyim diye yanımdaki koltuğun boş olmasını avantaja çevirerek ayakları uzattım pencere tarafına doğru. Hem ayağımın acısı biraz hafifledi hem de yan koltuktaki muhabbet açmak için beni yan gözle süzen yaşlı amcayı ekarte etmiş oldum bu başarılı hareketle. Başıma geleceği biliyorum çünkü, en ufak bir diyalog yol boyu devam edecek bir torun torba sohbeti işkencesine dönüşecek! “Kusura bakma amca, valla hiç keyfim yok, sen arkadaki gençlere sar bence” diye icimden geçirerek neticemi amcaya dönüverdim. Hatta sınırları genişletip bir de sırtıma yastık koydum o kol dayama zımbırtısı omur iliğime saplanmadan once… Yüzüm cama doğru dönük, dalıp dalıp gidiyorum tepelere bakarken, bir yandan düşünüyorum: “Nereye gidiyorum ben hıı?, Şimdi benim bu saatlerde İspanya’ya Madrid`e uçuyor olmam lazımdı ama ben ayakları labada gibi uzatmış yan yan Ankara istikametinde seyrediyorum”.

Ya işte herkes der ya: “ ayy hayat surprizlerle dolu dimiiiii…”. Evet cok şirin ama şu sürprizlerin tatsız kısımları da hep bana denk geliyor, hofffff. Bir anda planlarım altak üstek oldu, yola çıkmama 5 saat kala benim İspanya planım iptal oldu, son anda bilet değişiklikleri ve yeni bilet alımları ile ilgili telefonlar havada uçuştu. O sinir ve karmaşa içerisinde nasıl hallettim hala şaşkınım zaten. İşte şimdi şaşkın, kalbi kırık ve bozulmuş bir halde anamın şefkatli kucağına doğru yol alıyorum. Suratımın yarısını kaplayan güneş gözlüklerimi siper ettim, hiç ses çıkarmadan ama böngür böngür ağlıyorum. Ve içimin acısı yetmezmiş gibi, bu arada gazi başparmağımın sancısı tacizini artırıyor. Botlarımı çıkarıp bakmaya korkuyorum, içi kan dolmuş olabilir diye. Galiba tırnak batmasından ölen ilk insan ben olacağım, öyle acıyor yani içine ettiğimin parmağı…

Dün geceyi düşünüyorum. O çılgın telefon trafiği bitmiş, ben bavulumda değişiklikler yapmışım, hatta arkadaşlarla vedalaşmak için gidip birkaç bira içmişim. Hain manita ile son kez sarıldık, biliyorum son olduğunu ama o benim bildiğimi bilmiyor. Ne salakça di mi? Biliyorum bilmesine, adam bitirmiş herşeyi ama nedenini bilmiyorum. O da demiyor birşey, ayrılma işini de bana bırakıyor, hani yarın öbürgün bahsi geçerse ben ayrılmış olacağım hesapta. Sanki durum normal taklidi yapıyor, ama gözlerinde okuyorum ben herşeyi farkında değil… “Öyle olsun bakalım, yine de affediyorum seni” diye geçiriyorum içimden, bütün sevgimle sarılıyorum ona.  Kokusunu son kez içime çekiyorum, içim bir kez daha paramparça oluyor… Arkamı dönüyorum gitmek üzere ama hala bekliyorum kolumu tutmasını, tutmuyor. Neden bilmiyorum…

Eve dönüyorum, heryer esya dolu, ev darmaduman… İstemiyorum toplamak, yok olmak istiyorum orada, dolaba saklanmak istiyorum, yatağıma girip yorganın altında kaybolmak istiyorum. Uyutsunlar beni, evet ya böyle on yıl falan uyuyayım ben, uyandığımda hepsi geçmiş olsun. Gidip saklanıyorum yorganın altına ama cıkkk… Bu duamız kabul görmedi. Annem bekliyor beni heyecanla, o beni iyileştirir. Hem en yakın arkadaşım da orada, kardeşlerim de orada, geçecek hepsi… Tıpış tıpış çıkıyorum saklandığım yerden, havaalanına gitmek için iki-üç saat vakit geçirmem lazım evde. Uyursam kalkamam biliyorum, gidip bilgisayar başına çöküyorum.

MSN, Skype, Facebook, Allah ne verdiyse açıyorum, yetiş imdadıma ey teknoloji! Küt küt açılıyor ekranlar, gözüm yakın isimleri arıyor online olanlar arasında… O da ne? Hain manita facebookda gayet en yeşilinden aktif, çatır çatır çettiriyor! Çettir bakalım, yedekleme yapıyorsun heralde, veya çoktan sağlamladın da benim yer açmamı bekliyorsun. Sesini duyar gibi oluyorum: “ilerleyelim hanımlar, ön tarafta boş yer var, bekleme yapmayın!” Veya çocuk masum masum arkadaşları ile konuşuyor, ben paranoya yapıyorum. “Offfff, kendi kaybeder hacıııı” diyor benim cancan beynimin içinde, ve o sırada cansimidi bir eski arkadaşın “naber gece kuşu?” yazısı beliriyor ekranda “vici!vici!” fon sesiyle… Yemin ederim Kristof Kolomb Amerika`yı keşfettiğine bu kadar sevinmemiştir!

MSN`de yazışıyoruz, ben tabi feci bozuk durumdayım, sinirler zirve yapmış. Bu garibim de kendince teselli ediyor işte, “kızım takma kafana n`olcak lam, atla gel buraya istersen dertlesiriz, üzülme yaw” gibisinden ipe sapa gelmez cümleler dökülüyor ekranda. İcimden küfrediyorum tabi, onun yazdıkları bi gözümden giriyor öbür gözümden cıkıyor (e sesli bir iletişim olmadığı için bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkma deyimini adapte ediyorum kendimce). Bu arada gece saat  biri geçmiş, benim hain manita hala facebookta chat online, ama tık yok adamda! Ne bi iyi yolculuklar, ne o ne bu… İlgi görememenin verdiği hayalkırıklığı ile daha da içerliyorum duruma. “Sen giderken seninle birlikte uyumayıp gecenin köründe havaalanına ben götürmüştüm seni, ne salak bir insanım ben yaaa” diyorum ekrana karşı. Sesimi duyacak ya sanki, hala yeşil yeşil duruyor orda.

“Sayın Yolcularımız, yarım saat mola vereceğimiz Bolu tesislerine…” sesiyle irkiliyorum birden. Ses de ses hani! Böyle baygın bir yatak sesi vardır ya şu anons yapan otobüs muavinlerinin, hani gırtlak ve diyafram arasında biryerlerden gelir. Allam çalıştırıyorlar mı bunları napıyorlar, biraz önce “çay kahve ne arzu edersiniz?” diye sorarken hırt hırt gelen o ses, şu mola yeri anonsunda evrim geçiriyor bambaşka bir hal alıyor. Ulan biz çorba içerken bunlar başka bişeyler yapıyorlar da, onun hevesiyle mi böyle oluyor? Neyse…

Hemen toparlanıyorum daldığım düşüncelerden ve zannk diye fren yapan şoföre bir sağlam saydırıyorum. Biz kendimiz inerdik, fren yapınca direk tesislerin içine mi uçuracaksın bizi be adam! Veya görevli gelip ön cama yapışan yolcuları toplayacak heralde…

Hemen sigara içme isteği ile atılıyorum kapıya, fakat o da ne? Sigaram bitmiiiiişşşş! Ve bravo bana, duty free`den geçerken sigara almayı akıl etmedim ya süperim yani! Tesisin içindeki marketten bir karton sigara alıyorum vakit kaybetmeden. Tesis de tesis hani… Ya ben en son otobüsle gittiğimde mola yerleri feci yemek kokan, böyle garip gurup yerlerdi. Neler yapmışlar, hayretler içerisinde kaldım. Hayret safhasını atlatınca hemen gözüme bir yer kestirmem lazım, yesem yesem ne yesemmmm? Susurluk Ayranı yazısını görünce ayaklarım kendiliğinden harekete geçti zaten, tost ve ayran olayına giriyoruz sanırım… Bugün ayaklarım ne derse o, canıma okudular zaten, hiç inatlaşamayacağım. Hatta “3 ayran, bi bana iki tanesi de ayaklarıma!” bile diyebilirim, yeter ki acıtmasınlar daha fazla.

Elimde bir karton sigara olan poşeti fazla sallamış olacağım ki kasadaki teyze kilitlendi. Kafayı hafiften yanladı, tek gözünü de kıstı (aynı Temel Reis`e benzedi bu arada, bir ağzında piposu eksik), kollarını ve üst bedenini dayadı tezgaha:

-          O sigaraları nerden aldun?
-          Burdan aldım teyze…
-          Burdan nerden aldun?
-          Marketten (Alla allaa, noluyo yaa???)
-          Ha yani yurtdişindan almadun?
-          Teyze elimde bir karton sigarayla gezecek halim yok… (anlaşıldı, teyze kesin laz!)
-          Hmmmm

Yaslandığı tezgahtan dikildi ama hala yan yan bakıyor. Bu kadın beni yiyecek galiba…

-          Noldu teyze hayırdır?
-          Yok hani Alamanya`dan falan getirmişsindur belki dedum

Benim kafa sarı ya, sarı saçlılar nerden gelir? Tabi ki Almanya`dan! Sanırım böyle bir mantıkla karşı karşıyayız. Yine çullandı tezgaha:

-          Diyeceğidum ki, Alamanya sigarasıysa bağa da vererdun
-          Alaman sigarası değil ama vereyim istersen
-          ….
-          Bak valla, nolacak bir paket sigaradan? Vereyim…

Attım poşete elimi, çıkardım kartonu, açıverdim hemen, bir paket çıkardım. Teyze bi hamle yaptı, sanırım tezgaha yatacak bu kadın, iyice abandı öne doğru:

-          Yoooo, paket istemeyrum, gerek yoook. Bir iki tane versen olur.
-          İyi peki ben sana paketi veriyorum, sen içinden kaç tane istiyorsan al sonra bana ver paketi
-          Ha paketi geri isteysun? (tezgahtan biraz geri çekildi, bozuldu galiba)
-          Teyze sen dedin ya paket istemiyorum diye. Yoksa kalsın sende, ben sana teklif ettim ya zaten
-          Haaaa?
-          Yaaa

Bir anda elimdeki paket yok oldu! Laz illüzyonist teyze, naptın öyle pakete? Komik kadın, hiç güleceğim yoktu kıkır kıkır güldürdü beni… Neyse bana sevgi dolu gözlerle bakarak siparişimi aldı teyze en sonunda.

Tost ve ayran safhası bittikten sonra, sigara kardeşim teyzeye el sallayarak çıktım tesislerden. Bir sigara tüttürdüm ve bindim otobüse. Yolcudur Abbas bağlasan durmaz.

Yol boyunca ağzını açıp tek kelime edemeyen yan komşum yaşlı amca, mola yerinde kendine bir kurban bulmuş anlaşılan. Kapının ordan kafası göründüğü halde hala arkasından gelene laf yetiştirmek için durup durup dönüyor. Arkadan da kurbanı çıkmaya çalışıyor, yazııııkk, oğlanın yüzündeki o zoraki gülümseme vaziyeti ayan beyan gözler önüne seriyor. Merdiven başına gelip koridora çıkınca, oğlan topukluyor hemen ön tarafa doğru, Belliydi zaten, o adam bugün iki üç leş çıkarır, ama ben onlardan biri olmayacağım! Hemen ayakları uzatıyoruuuz, hoop amca egale oldu!

Otobüs hareketlenip tatlı tatlı bir sallanmaya başladı. Zaten karnım doymuş, sigaramı içmişim, 24 saatten uzun zamandır da uyumamışım ya; gözlerim kapanıyor yavaş yavaş. “Al beni uyku, üzüntümden uzaklaştır ve rüyalar alemine götür. Orada beni gerçekten seven ve kalbimi kırmayan insanlar bekliyor, onların yanına götür beni…” Ve 4 ay önce İspanya`ya kesin dönüş yapmış olan, kalbimi yerinden kopacak gibi attıran, aşkından beni yerle bir eden ve “ne seninle ne de sensiz” hikayesi yaşadığımız yakışıklı prensimi görüyorum. Uzun kirpiklerinin gölgelediği siyah kadife gözlerini ayırmıyor benden. Benim gözlerim de ona kilitleniyor. Ağzını açıyor ama sesi telefondan geliyor yine:

“ Seni üzmek istemedim Osmanlı Prensesim. Bizim şanssızlığımız Bakü`de tanışmamız, ama yine biraraya geleceğiz… Aşkın sınırı yok, dini de yok, bunu aklından çıkarma. Herşeyi mahvettim biliyorum, affet beni…”

Gözümü açıyorum ister istemez. Bu yolculuk bitene kadar uyumam lazım. Yaklaşan muavine rica ediyorum servis yaparken beni uyandırmasın diye. “Peki” anlamında kafasını salladıktan sonra dönüyor geri. O uzaklaşırken yine gözlerim kapanıyor yavaş yavaş.

“ Al beni uyku… İspanya`ya götür beni, Madrid`de beni bekleyecek…..”

0 comments:

Yorum Gönder