Hain Manita, Herkesin Tuttuğu Sana...!
Evet sinirliyim! Niye mi? Çok basit, çünkü çok pişmanım... İnandığım ve değer verdiğim için, hiç değmeyecek insanlar uğruna fedakarlık yaptığım için, ve bu hataları tekrar tekrar yapıp sonra böyle sinirlendiğim için! Aşık olup aldatıldığım, hep yanlış insanlara aşık olduğum için! Şu yer yüzünde bir tane adam yok mu, bir tane bile kalmamış mı? Kaldıysa nerede, neden ben karşılaşamıyorum?
İsterseniz baştan alalım da, siz de konuya Fransız kalmayın: Bizim gruba sonradan entegre olan bir tip mevzu bahis. O ilk geldiğinde bir şekilde gıcıklaştık ve ben bunu çevremden uzaklaştırdım. Aradan biraz zaman geçtikten sonra bir ortamda tekrar karşılaşıldı ve bu beni kenara çekip insan kaybetmenin ne kadar kolay olduğunu, benim çok iyi bir insan olduğumu, beni kaybetmek istemediğini ve dostluğumun onun için değerli olduğunu falan söyledi. Ben salak tabi ki "yaa bak ne iyi çocukmuş görüyor musun, hay Allah ne kadar ayıp ettim" diye düşünerekten ördüğüm duvarları aradan kaldırdım.
Grup toplantılarına giderken "beni de alır mısın geçerken?" diyor, hay hay tabi ki, arkadaşımızı almayacağız da kimi alacağız! Bir kıyak ister, anında oldu bilin... Böyle böyle durum ilerledi, pek bir sıkı fıkı olduk kısa zaman içerisinde.
Bizim bütün grup Blackberyy Messenger üzerinden devamlı yazışır. Yine bir akşam evdeyim, haldır haldır yazışıyoruz, bir yandan bununla da yazışıyorum tabi. Gece geç saat oldu, uykum kaçmış, sohbet muhabbet takılıyorum. Bu sohbet arasında evle ilgili problemlerin hala çözülmediğini, evin içinde resmen rüzgar estiğini söyledi. Kasım ayı, havalar buz gibi, içim gitti birden çok üzüldüm. Ulan dedim, ben burada sıcak sıcak evimde oturuyorum, o yazık orada kimbilir ne haldedir şimdi, buz gibi evde donuyor... "Gelip alayım ben seni, salonda sana yer yaparım sıcak sıcak uyursun" dedim hiç düşünmeden. Öyle ya, insanlık öldü mü? Rahatsız eder miyim, geç saat oldu nasıl geleceksin, yok ben yorganla otururum falan derken ben gece 3`te montumu giydim ve bunu almaya gittim, evime getirdim.
Hemen sıcak çay servisi yaptım, salonda güzelce yatağını yaptım. Mutfakta oturmayı çok severim ben, o yüzden mutfağa üç kişilik bir kanepe attım, genelde orada oturuyorum, TV falan da var pek keyifli oluyor. Bu arkadaş ta gitmiş mutfaktaki o kanepeye oturmuş. Uyku yok, ben de kanepenin diğer ucuna oturdum, bir de şarap açtık sohbet ediyoruz. Ordan burdan sohbet uzadı da uzadı. "ya ben ne kadar yanlış düşünmüşüm bu insan hakkında, ne kadar da açık ve iyi bir çocuk" falan diye düşünüyorum. Kendimden utanıyorum. Sohbetin bir yerinde konu eski sevgililere geldi ve bu dedi ki:
"Sen çok iyi ve çok özverili bir insansın. O kadar çok veriyorsun ve o kadar içten davranıyorsun ki, karşındaki her zaman bunu anlayamıyor. Sonra da üzülen sen oluyorsun, insanlara hakettiğinden fazla değer vermemelisin. Mesela ben senin yerinde olsam, bugün hayatta kalkıp gelmezdim. Eğer istemiyorsam kimsenin iyiliği için kendimi paralamam. Kırılacakmış, incinecekmiş, öyle şeyleri düşünmem. İncinmesin arkadaş! Ben böyleyim, sana da bunu tavsiye ederim. Yoksa üzülen ve kendini yıpratan hep sen olursun.
Ben burada kimse ile ilişki yaşamıyorum. Günü birlik şeyler oluyor ama karşıma düzgün birisi çıkmadı. Ben de isterim tabi ki birisi ile bir ilişkim olsun, devamlı olsun, gelip geçici insanlarla vakit kaybetmeyeyim... Ama olmuyor işte, öyle birisine rastlayamadım."
O uzun sohbette bu kısım benim aklıma kazındı tabi... Bu çocuğun duyguları olduğu, gerçekten birisini sevebileceği hiç aklıma gelmemişti. Üzüldüm onun yanlızlığına, o kadar bencil yaşamak zorunda kalmasına... Belki de kimse onu sevmiyor ondan böyledir. Belki seveceği birisi ile olsa daha farklı olur çünkü özünde kötü bir insan değil ki...İşte o gece, sabaha kadar devam eden sohbetimizin sonunda, gün aydınlanırken o salona ben kendi odama doğru giderken bunlar vardı aklımda. O gün farklı bir sempati duymaya başladım ona...
Daha sonra yine bir iki gece bende kaldı, evindeki doğramalar düzgün yapılmadığı için cam aralarından çok fena rüzgar geliyor. O halde bırakmak olmaz, "bak burası senin de evin...istediğin gibi git, gel. Hasta olursun o evde" diyerek samimi bir şekilde kapılarımı açtım. Açmaz olaydım!
Bu daha sonra kendi evine geçti ama birkaç gece üst üste uzun sohbetlerimiz oldu ya, çok samimiyiz. Yine bir gece mesaj trafiği devam ediyor. Ben eve yeni gelmişim ama hiç evde durasım yok, içim sıkılıyor. Ailenizden ve herşeyden uzakta olduğunuz bu ülkede yanlız olmak bir başka koyuyor insana. Gece evin içinde üstüme üstüme geliyor duvarlar, boğuluyorum bazen. İşte o gece de öyle bir moddayım. Bu "çok canın sıkılıyorsa gel, burada kalırsın, içerdeki odada yatak da var orayı hazırlarım sana" deyiverdi. Bir yandan düşünüyorum, bu fazla samimiyet çok da hayıra alamet değil. Bu gece gidersem aramızda birşeyler geçme ihtimali yüksek, çok fazla yakınlaştık diye. Bir taraftan da kendimi balkondan atacak durumdayım, o kadar kötüyüm ki evin içinde dört dönüyorum, bu gece evde kalsam depresyonun dibine vuracağım. Sonra aklıma söyledikleri geldi, "karşıma düzgün bir insan çıksaydı ben de isterdim bir ilişkim olsun...". Bu saatten sonra bana kötülük yapacak hali yok ya, hem düzgün insan dedi, bence bana söyledi. O da yanlız, ben de yanlızım... Benim de istediğim düzgün, saçmalıklardan uzak güvenilir bir ilişki! E o zaman?
Atladım gittim, can sıkıntım ve o depresıf halim onunla ettiğimiz uzun sohbetten sonra uçup gitmişti. Uzun zaman sonra kendimi güvende hissediyordum, yanlız değildim, güvenebileceğimi hissettiğim birisi çıkmıştı işte en sonunda karşıma! Ve olaylar öyle bir gelişti ki, bizim flört dönemimiz başladı bekleneceği üzere.
Ben o kadar mutluyum ki, havalara uçuyorum. Neredeyse her gün birlikteyiz, her şeyi birlikte yapıyoruz. Onun uzun zamandır almak istediği ama almaya cesaret edemediği kediyi alması için cesaretlendirdim, bir de kedi aldık. O kediye ve ona öyle bir bakıyorum ki, gözümden sakınıyorum, mutluluğumun bozulmasını istemiyorum. O, ben ve minik yavru kedimiz var sadece. Arkadaş toplantılarına da çok katılamıyorum çünkü onunla olmak yetmiyor bana, paylaşmak istemiyorum birlikte geçirdiğimiz zamanı. Birkaç hafta bu böyle devam etti ve bir şekilde aynı zamanlarda İstanbul`a gitmemiz icab etti. Ve işte orada bazı şeyler bozulmaya başladı. Beni hiç aramadı oradayken, görüşmek istemedi. Ben aradığımda işlerinin çok yoğun olduğunu söyledi. Çok üzüldüm, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. İşte oradayken, zaten beni devamlı arayan ve devamlı reddettiğim İspanyol aradı. "İspanya`ya geliyormuşsun, duydum... Seni görmek istiyorum, sana ne kadar aşık olduğumu anladım. Buraya gel, yanıma gel" diyordu. Hain manitaya olan sadakatimden telefonlarına bile cevap vermemeye başladığım ve aslında çok sevdiğim bu adamın o ilgisi beni bir anda aldı götürdü. "tamam ulan" dedim, "gidiyorum". Hain manita burnunun dibinde beni görmek istemiyor, onun için yaptığım onca şeye rağmen! Bir taraftan İstanbul`a geldiğimde hemen yanıma gelen ve doğumgününü birlikte geçirdiğimiz annem beynimi yiyor. O İspanyol`un ateşli bir taraftarıydı ve ayrılmamıza en çok üzülen de o olmuştu sanırım. "kızım napacaksın bu ciğer suratlı herifle, adamın tipinde meymenet yok zaten. O senin dengin değil, o seninle olmayı hakedebilecek birisi değil. Bırak o kendi kaleminden birisi ile takılsın, sen onun için çok fazlasın!" diyor devamlı. Ve hain manita resmen onu haklı çıkarmak için ne arıyor, ne soruyor... İstanbul`dan dönmeden İspanyol`un teklifini kabul ediyorum. Yılbaşı tatilinde gidiyorum! On gün izin alacağım ve aylar önce kaldığımız yerden devam edeceğim. Hain manitayı da döner dönmez terkedeceğim!
Bakü`ye döndükten sonra, hain manita eskisi gibi değildi. Davranışlarından hoşlanmadığımı, ilgisizliğinin beni üzdüğünü ve bu şekilde devam etmek istemediğimi söyledim. Ama gelin görün ki, o bunu kabul etmemekle birlikte, kendince haklı bazı sebepler de ileri sürdü. Ve o arada ben anladım ki, ben galiba bu hain manitaya aşık olmaya başlamışım, bütün sinirim ve öfkem ondan ileri geliyor. Ve daha da ilginci, İstanbul`da yaptığının intikamını almadan rahat etmem mümkün değil, içim alev alev yanıyor! Ona karşı en ufak bir yanlışım olmamış, onu kendimden bile daha üst noktaya koymuşum, herşeyi ile ilgileniyorum, bütün sevgimi veriyorum, karşılığında yaptığı affedilir gibi değil! Bundan da öte, benim yanımda devamlı bir karı-kız muhabbeti, gözleri zaten yerinde durmuyor, kimbilir İstanbul`da ne haltlar yedi! Görürsün sen!
Plan şu: Hain manitanın yeni yılını zehir etmek istemiyorum, o yüzden yılbaşına kadar ona gayet iyi davranacağım. Bu arada yılbaşı tatilinde İspanya`ya gideceğim, o zaten bana yeni yıl için hiçbir teklifte bulunmadı, herhalde İstanbul`da çapkınlık yapacak, derdi o! İspanya`ya gittikten sonra arkadaşlarımdan ayrılıp İspanyol`un yanına uçacağım. O beni havaalanında karşılayacak... Geri döndüğümde ise hain manitayı terkedeceğim.
Buraya kadar güzel ama hesaba katmadığım şey şu oldu, hain manita benden uzaklaştıkça ben ona daha çok yaklaşıyorum. İşin komiği, bu adam benden neden uzaklaşmaya başladı onu da anlamıyorum. Ha çok mu hiper süper bir insan? Hayır, kesinlikle değil aslında. Hatta feci can sıkıcı ve birlikte vakit geçirmenin çok da keyifli olmadığı bir insan. Devamlı İnci Sözlük`ten alıntılarla konuşan, elinde telefonu bıt bıt bıt onunla uğraşan, bencil, garip bir tip. Bir çapkınlık payesi vermiş kendine, arkadaşları ile biraraya geldiğinde tek sohbeti var: "manita!". Tip desen, o da yok... Ama adam havalı, ukala bir hali var, o çok hoşuma gidiyor. Gel gör ki, dışardan bakıldığında çok itici, sanki üniversiteden yeni mezun olmuş rock fanatiği gibi bir hali var. Hatta bir defasında bir ağabeyim ve aynı zamanda müşterim bir beyefendi ile aynı ortama denk geldiğimizde, "kızım, anlıyorum bir flört olması iyi birşey, hayatı güzelleştirir ama n`olur bana şu yanındaki adamın flörtün olduğunu söyleme!" demişti. Aynı ağabeyim daha önce İspanyol`u da gördüğü için şoka girdi tabi, gözlerine inanamıyor.
Aslında o ağabeyim bu fikri savunan tek insan değildi, hain manita ile birlikte olduğumu öğrenen herkesten tek bir tepki alıyordum: "olamaz!". Ama ne olursa olsun, aşkını savunan bir şövalye gibi ben onu savunuyordum. Ben onunla mutluydum ya, gerisi hikaye... Tek amacım onu mutlu etmekti, o rahat etsin ve o mutlu olsun yeterdi bana. Zaten burası küçük yer, onunla olduğum biraz biraz duyulmaya başlamış, benim pozisyonum gereği devamlı flört değiştiren bir insan gibi görünemem. Bir iki insan karşı geliyor diye ondan ayrılacak halim yok ya? Keşke ayrılsaymışım...
Yılbaşı yaklaştıkşa hain manitanın uzaklaşması devam etti. Bu arada geceleri facebookta chat halinde devamlı, ekrandan görüyorum. İçimi rahatlatan tek şey, benim de onu aldatıyor olmam. Daha birşey yapmamışım ama herşey hazır, gidiyorum İspanya`ya işte. Ona olan öfkem içimde kabarıyor, devamlı aklımda şu soru: "ben sana ne yaptımda bana bunu verdin karşılık olarak?". Aramızda ufak tefek sürtüşmeler oluyor, konu onun ilgisizliği... Halbuki bir düzelse, eski haline dönse, "gel bu yılbaşı benimle İstanbul`da ol" dese... Herşeyi yıkıp başımın tacı yapacağım onu. Olmuyor, demiyor...
Benim İspanya`ya gitmeme saatler kalmış, arkadaşlarla hep beraber oturuyoruz, kalkıp eve gideceğim bavulumu kapatıp havaalanına yola çıkacağım. Ve bir anda telefonuma bir mesaj geliyor İspanyol`dan "çok ciddi problemimiz var, seni arayacağım birazdan"... Haydaaaa! Telefon çalıyor, kaptığım gibi içerdeki odaya dalıyorum. Babaannesi ölmüş bizimkinin, babası Alman, olay mahalli Almanya dolayısıyla. "Ben apar topar Almanya`ya geldim, Pazar günü İspanya`ya geri döneceğim, senin biletleri erteletebilir misin?" diyor. Al işte, korktuğum başıma geldi! Bizim çocuklarla oraya gittiğimizde ayrılacağız diye ben hiçbirşey ayarlamamıştım. Onlar kuzeye doğru devam edecek, onlarla üç gün geçirmem imkansız çünkü sonra geri dönemem. Çaresiz bizim gruba haber veriyorum, biletleri Pazar`a aldırıyorum. Madrid`e uçacağım, o da beni gelip alacak... Ve Pazar günü de aynı şey tekrarlanıyor! Bir mesaj geliyor önce telefonuma. Efenim noter işleri uzamış, 2 gün daha kalması gerekiyormuş, bana telefon açacakmış birazdan... Uçağın kalkmasına saatler kala!!!! Mesajı görür görmez cevaplıyorum: "Bundan sonra beni ne ara, ne de sor. Sakın telefon açmaya kalkışma. Sen hayatımda gördüğüm en kötü yalancısın, senden nefret ediyorum!"
İşte herşey böyle oldu. Sonrasını biliyorsunuz zaten, Ankara`ya gittim ve yılbaşını orada geçirdim. Bilmediğiniz şey şu, Ankara`ya vardığım gün hain manitaya ondan ayrılmak istediğimi söyledim. O ilgisizliği ve uzaklığı beni artık o kadar rahatsız etmişti ki, bir şekilde tepki vermem lazımdı. İtiraz etmedi, hani göstermelik birşeyler söyledi ama biliyorum o zaten başka birilerine yazılmaya başladı. O İstanbul`a gittikten sonra biz ayrılmışız zaten...
Evinin anahtarını bırakmıştı bana, ondan erken geleceğim için çiçeklerine su veririm diye. Zaten İstanbul`dan döndükten sonra ya birşey istemek veya ricada bulunmak için arıyordu beni. Öncesindeki gibi arayıp veya gelip benimle ilgilenmiyordu. Anahtarı da o yüzden bıraktı işte, evine bakıcılık yapayım diye! Bugün kesin temizlik yaptırıyordur, yarın gelecek diye bugünü tercih ettim evine gitmek için. Hem anahtarı da bırakırım diyordum. Orada kalan bir iki eşyamı alıp, onun bende kalan eşyalarını bırakacaktım. Hem minik yavru kediyi o kadar özledim ki anlatamam... O kedi bana hain manita ile mutlu geçirdiğim zamanı geri veriyor sanki, o İstanbul`a gitmeden önce geçirdiğimiz dönemi.
Arabama atlıyorum, yavaş yavaş gidiyorum o eve doğru. O kadar üzgünüm ve o kadar aptal hissediyorum ki kendimi... "Herşeyi mahvettin be hain manita, çok mutlu olabilirdik!" diyorum onun sevdiği radyo kanalını açarken. Bir daha asla adım atmayacağım o evin kapısına geliyorum, anahtarı çevirip giriyorum. Temizlikçi tam karşımda, masayı siliyor... O yok, kedicik yok. Selamlaşıyoruz ablayla, "bir iki eşyayı bırakacağım abla sen işini bölme" diyorum. Hemen yatak odasına doğru yollanıyorum. Sırt çantamdan onun eşyalarını çıkarıyorum ve yerleştirmeye başlıyorum. O iş bittikten sonra, kendi eşyalarımı toplamaya başlayacağım ki, o da ne? Deodorantım, diş fırçam yerinde değil! Kitabım baş ucunda değil! Hemen içeriki odaya gidiyorum, botlarım???? Yok! Telefon açıp ağzıma geleni söylemek istiyorum ama tutuyorum kendimi, onu aramaktansa ölürüm daha iyi. Üç beş eşya yüzünden onu arayıp bir de ondan ayrıldığım için üzüldüğümü belli mi edeyim? ASLA! Salona gidiyorum, ablaya soruyorum botlarımın nerede olduğunu. İçeriki odada diyor.
Bir gidiyorum ki, kedinin olduğu odada duran konsolun üzerinde benim botlar. Yanında da bir torba, içinde benim ufak tefek eşyalarım. Ha bir de başka bir kadın saç şampuanı, benim sanmış heralde. "Benim Bakü`de kimseyle ilişkim olmadı, günübirlik şeyler..." demesi geliyor aklıma. Evet gece dışarı çıkarken yanında şampuanını taşıyanları tercih ediyordu heralde! Veya belki de benimleyken başkası da vardı, o yüzden uzak davranıyordu, o şampuan onun... Kimbilir, ne önemi var ki artık?
Senin için bütün yaptıklarım haram olsun, sana verdiğim sevgi gözyaşı olup aksın gözlerinden... Senin için üzüldüğüm her ana karşılık sen acı çek ve asla unutama beni!
Yavaş yavaş yatak odasına geri dönüyorum, son bir kez bakıyorum etrafa. Başucunda küpesi duruyor, yastığında bir iki saç teli var. İçeri girip bana sarılmasını o kadar çok istiyorum ki o anda, İstanbul`a gitmeden önceki gibi... Ne oldu, neden oldu bilmiyorum ve bu beni kahrediyor. Anahtarlığımdan çıkarıyorum onun anahtarını, başucuna, küpesinin yanına koyuyorum. Sonsuza dek geri dönmemek üzere çıkıyorum o odadan... Eşyalarımı koyduğum sırt çantamı omzuma takıyorum ve kapıya yöneliyorum. Kedicik ortalarda yok, bana güle güle demeye gelmeyecek anlaşılan. Sahibi mi daha nankör, kendisi mi acaba? Karar vermek çok zor...
Ablaya hoşçakal diyorum, kolay gelsin... Son bir kez dönüp bakıyorum salona. Üzerinde saatlerce sohbet ettiğimiz, kahkahalar attığımız kanepeye... Ona kahvaltı hazırladığım masaya... O çalışırken vakit geçirmek için oyun oynadığım bilgisayara... Gözümle veda ediyorum hepsine, onun kafamdaki görüntüsüne. Elveda hain manita...
Kapıyı çekiyorum arkamdan, asansörü beklemeye başlıyorum. Bana yaptığı için çok öfkeliyim, çok üzgünüm. Yan komşu elinde çöp torbası ile çıkıyor evinden, çöpleri atacak heralde. Torbaya bakıyorum, böyle kocaman mavi bir torba. İçine sıvı birşeyler de atmışlar heralde, dibinde siyah siyah su ses çıkarıyor.
O anda aklımdan şu geçiyor işte: "Ulan hain manita! Herkesin tuttuğu sana girsin!"
0 comments:
Yorum Gönder