Suadiye Oteli Bana Geri Dönmem Gerektiğini Hatırlatıyor...
Su anda herşeyin başladığı yerdeyim; ben olduğum, ait olduğum yerde... İçime çektiğimde anılarımla ciğerlerimi dolduran havası esiyor Suadiye`nin sokaklarında. Başımı çevirdiğim her köşede kendime ait birşeyler görüyorum, çocukluğumu, genç kızlığımı, genç kadınlığımı... İşte benim ben olmaya başladığım zamanlarda yürüdüğüm kaldırımlar bunlardı, lisede okul kırıp gezdiğimiz cadde burasıydı, her fırsatta kaçıp çayımızı yudumladığımız kafeler buradaydi. Kendime dönüyorum tekrar, kim olduğumu hatırlıyorum, ne olduğumu hatırlıyorum şimdi.
Ben 8 yaşımdaydım, kızkardeşim 4, erkek kardeşim 2. Annem geçirdiği trafik kazası nedeniyle boynundan çok ciddi darbe almış, yürüyemiyor. O zamanlar Suadiye Plajyolu`nda oturuyoruz, yolun sonunda Suadiye Oteli ve Klüp Reşat. Otelin olduğu yerde yol bitiyor zaten, oradan itibaren kumsal başlıyor. O yüzden adı Plajyolu`ydu ya, gel gör ki şimdi o isime bir anlam veremiyor bilmeyenler... Annem bizimle çıkamadığı için dadımız gezdiriyor bizi o plajda. Bayılıyorum kumda oynamaya o zamanlar, oyundan sonra kuma bulanan ellerimi yıkamak için denize koşuyorum. Deniz tertemiz, mavi mavi, ışıl ışıldı o zamanlar, hatırlıyorum. Ayaklarım suyun içinde sırtımı dönüyorum denize, kardeşlerime bir göz gezdiriyorum ve o büyük beyaz binaya takılıyor gözlerim. Suadiye Oteli... Ne kadar büyüktü o zamanlar, ne kadar güzeldi ! Önünde dizilmiş soyunma kabinlerine koşturuyoruz çığlık çığlığa, dadı bizi kovaladıkça saklanma isteğimizi kamçılıyor, "çocuklar durun!" diye seslendikçe daha hızlı koşmak istiyoruz. Kahkahalarımız kumsalda yankılanıyor, avazızımız çıktığı kadar bağırıp koşuşturuyoruz. Ve o sırada üniformasıyla bir otel görevlisi beliriyor karşımızda. "eyvah yakalandık!" diye düşünürken, üniformasının altın rengi düğmelerine takılıyor gözlerimiz... Ve o sakin sakin bize laf anlatmaya çalışıyor:
" Çocuklar, burada gürültü yaparsanız sizi annenize şikayet edeceğim. Bunu istemezsiniz değil mi?"
Tabi ki istemeyiz ama neden şikayet ediyor ki anlamıyorum. Oyun oynuyoruz biz, oyunumuzun adı: Dadıyı Delirtmece. Ne oldu ki şimdi, işimiz yarım kaldı, ne güzel eğleniyorduk!
Ve o görevli devam ediyor:
"siz gürültü yaptığınız için otel müşterileri rahatsız oluyor, çok ses yapıyorsunuz..."
Otel müşterileri, hmmmmm.... O binanın içinden insan çıktığını hiç görmedim ben, demek orada yaşıyorlar da bizim haberimiz olmamışşş.... Vaaay, otelin müşterileri de var! Acaba onlara sorsak, onlar da bizimle oynasa, belki o zaman hep beraber kabinlere saklanabiliriz, olmaz mı?
Şimdi yıl 2010... 25 sene geçmiş aradan... Şu anda içinde olduğum otel o otel mi? Odamın camından eskiden kumsalın olduğu yere bakıyorum. Artık kumsal yok, asfalt yol oldu otelin önü, yoldan sonra sahil yürüyüş alanı var ve sonra deniz... Deniz eskisi gibi değil, kirli, parlamıyor artık... Orada oynayan çocuklar da yok. Hepsi gitmiş, geçmiş olmuş, bir varmış bir yokmuş... Suadiye Oteli kalmış geriye, bir de ben. Ama şimdi otel görevlileri benim rahatsız olmamam için koşturuyorlar, ben ise hala o kabinlere saklanmak ve dadıyı delirtmece oynamaya devam etmek istiyorum. Kaldığımız yerden devam etmek....
Hemen üzerimi değiştirip bir yürüyüşe çıkmaya karar veriyorum. Bağdat Caddesi`nde bir nostalji turu yapmak istiyorum, tabi geriye nostalji yapacak birşey kalmadı ama olsun. Otelden dışarı adımımı attığım anda buz gibi İstanbul havası çarpıyor yüzüme, bir zamanlar çok alışık olduğum bu soğuğu yadırgıyorum şimdi. Montumun yakasını kaldırıp yürümeye başlıyorum çocukluğumun 3 yılını geçirdiğim bu sokakta. Herşey yabancı, eskiden oturduğumuz apartman bile yıkılıp tekrar yapılmış. Restoranlar, kafeler, sinema, butikler... Hepsi yabancı, ne kadar hızlı değişiyor herşey!
Eskiden Mobil benzin istasyonunun olduğu yerden ışıkları bekliyorum, bir yandan da gelen geçenlere bakıyorum yan gözle. İnsanların tipleri de değişik artık, ne garip... Hani filmlerde olur ya, adam bir şekilde 30-40 yıl sonrasına ışınlanır, salak olur gördükleri karşısında... Öyle hissediyorum o anda, garipsiyorum gördüklerimi ilk başta. Biraz daha yürüdükçe adaptasyonumu tamamlıyorum hemen. Her taraf ışıl ışıl, hareketli, vitrinler göz kamaştırıyor. Özlemişim be buraları...
Bakü`deyken düşünmüyordum buraları, artık özlemiyordum, alışmıştım oralara. Ama buraya gelip etrafıma bakındığımda, kendimi nelerden mahrum bıraktığımı hatırlıyorum. Bir yanm "geri dön artık, sen buraya aitsin!" diyor, diğer yanım ise "az kaldı kızım, biraz daha sık dişini, orada kalmanın ödülünü alacaksın, dayan..." diyor. Caddebostan`a kadar yürüyorum, biraz alışveriş yapıp, birşeyler atıştırdıktan sonra dönüşe geçiyorum. Ama bu sefer yolun öbür tarafından!
Uzun yürüyüşümü tamamladıktan sonra kafamda düşüncelerle otelin kapısının önünde buluyorum kendimi. Güvenlik görevlileri hala altın rengi düğmesi olan üniforma giyiyorlar, bak o değişmemiş! Kafamla hafif bir selam verip asansöre yollanıyorum, sonra koridor boyu yürüyüp odama giriyorum. Yarın Bakü`ye dönüş var yine, dinlenmem lazım biraz.
Geri dönmem lazım ama önce tamamlamam gereken şeyleri halletmeliyim. "bu yıl senin yılın olacak kızım! Artık kendi işini kurup, çok para kazanman lazım. Madem bu kadar yıl kendini herşeyden soyutladın, o zaman bunun karşılığını almadan dönmek yok!" diyorum kendi kendime. Evet, bu yıl benim yılım olacak. Ve ben ait olduğum yere dönerken, eskiden sahip olduklarıma kavuşarak döneceğim. Herşeyimizi kaybetmeden önce sahip olduklarıma....
0 comments:
Yorum Gönder