A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Baküde Çalışmak, Çalışmaya Çalışmak, Herşeye Rağmen Denemek!

Baküde Çalışmak, Çalışmaya Çalışmak, Herşeye Rağmen Denemek!

Zor uyandım bu sabah, kalkmak istemedim, yatağımın sıcaklığını bırakıpta insanların içine çıkmak istemedim. Bir işgünü olduğu için çabucak kalkıp giyindim tabi. Kahvaltımı bile etmeden fırladım evden, ofise geç kalmamak lazım... Dişli işkadını maskemi geçirip girdim ofise. Raporlar, müşteriler, telefonlar derken akşamı bulduk yine.

Burada iş hayatında en çok sevdiğim şey fazla mesai olayının çok abartılmaması. Mesela ben İstanbul`da çalışırken o kadar çok fazla mesai yapardık ki, kendime vakit ayıracak fırsat bulamazdım. Eğer şanslıysam haftasonu iki gün tatil yapabilirdim. Saat 18:00 da işten çıktığım zaman, "hayırdır part-time mı çalışıyoruz?" denirdi. Ama burada durum farklı.. Burada insanların özel hayatı saat 18:00 da başlıyor. Tabi ki çok istisnai durumlar veya çok acil yetiştirilmesi gereken işler olduğu zaman kalınıyor ama o da çok nadir oluyor.

Burada olmanın en güzel yanlarından biri de, eğer bir resmi tatil haftasonuna denk geliyorsa, haftasonuna gelen kısmı kadar hafta içine sarkıtıyorlar. Mesela, bir bayram Cumartesi gününe mi geldi, o haftasonunu takip eden Pazartesi otomatikman tatil ilan ediliyor. Maşallah burada bayram, önemli günler, anlamlı günler çok fazla; o yüzden aralarda dinlenmek için de fırsat oluyor. Bir kere Nevruz`da kafadan en az on gün tatil var. Yılbaşında en az beş-altı gün. E Ordu Günü, Kurtuluş Günü, Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı derken hooop bir bakıyorsunuz yıl bitmiş! Burada Dünya Kadınlar Günü bile tatil, inanılmaz güzel birşey!

Bir diğer güzellikte şu; insanlar aile hayatına, özellikle çocuklarına ve kendi sağlıklarına çok dikkat ediyorlar. İşyerinden izin alırken, çocuğumu okuldan alacağım veya çocuğumun ateşi çıkmış derseniz olay bitmiştir... Sizin bir müdür olarak "yok hayır gidemezsin" demek gibi bir şansınız yok.  Çalışanınız kendini kötü mü hissediyor? Gider... Ateşi çıkmış? Gider.. Çocuğun dadısı gelmemiş, bakacak kimse yok? Evde kalır... Tahlil sonuçlarını alması lazım? Gider... Düğüne gitmesi lazım, erken çıkacak? Gider... Çocuğunun doğumgünü? Erken çıkar... Yakını ölmüş, yas evine gidecek? Gider... Yani anlayacağınız gider de gider ! Siz istediğiniz kadar kendinizi parçalayın! Kısacası, Türkiye`deki canhıraş çalışma temposundan sonra burada çalışmak, çölde vaha bulmak gibi birşey.

Peki dezavantajları yok mu? Olmaz mııı, tabi ki var! Şimdi bir kere burası Sovyetler Birliği dönemini atlatmış bir ülke. Komünist düzeni yaşamış... Yani herkesin bir şekilde bir işe yerleştirildiği ve sabahtan akşama kadar bir işyerinde oturduğu bir düzen varmış. Ama öyle bir düzen düşünün ki, siz sadece uygulayıcısınız. Kuralları sorgulamak veya değiştirmek sözkonusu değil, kapitalist düzendeki verimlilik anlayışı ile işçi çalıştırılmıyor, kapitalist sistemdeki rekabetçi piyasa sözkonusu değil, parası olan da olmayan da aynı tip arabalara biniyor (araba alabiliyorsa tabi), herkes yıllık izinlerini düzenli olarak ve tam şekilde kullanıyor, vb... Düşünün bu sistem yıllarca devam ettikten sonra bir anda bağımsızlığını ilan eden ve bir bütünün parçası olmaktan kopan bir ülkedesiniz... Çok yeni bir ekonomi, çok yeni bir cumhuriyet, yasalar baştan yapılıyor, piyasalar baştan oluşuyor, daha önce çalışan fabrikalarınızın neredeyse tümü çalışmaz hale gelmiş yani üretim yok, kapitalist dünya piyasaları ile bağlantı yok ve bu piyasaların nasıl çalıştığı ile ilgili pratik bilgi çok az ve çılgın bir petrol rezerviniz var! Siz dışarıya açıldığınız anda bir kere birçok ülkeden kapitalist düzenin kurtları buraya gelmeye başlıyor. Petrolün çıkarılması, yeni binalar yapılması, yollar yapılması, üretim için gerekli fabrikaların kurulmasi ve bunların çalıştırılması, finans sektörünün oluşturulması, ticaret hayatının oluşturulması ve bunun gibi şeyler için dört bir koldan ülkenize tecrübeli -işini bilen veya fırsat olarak görüp iş kurmak isteyen yabancılar akını başlıyor... Bu durumun sosyal yansımaları ve iş hayatına etkilerini bir düşünün!

Ben ilk geldiğimde en çok dikkatimi çeken kuralların sorgulanmadan uygulanması idi. Mesela şirkette ilk kurulduğu zamanlardan kalma bir prosedür var diyelim ve bu prosedür o kadar eski kalmış ki, günümüz rekabet koşullarında uygulanması zor ve sizi yavaşlatıyor. Çok muhtemelen karşılaşacağınız bu durumda olası diyalog senaryosu:

- Bu prosedürü değiştirmek lazım, böyle olmaz...
- Bele de olmalıdır, biz hemişe bele etmişik! (böyle olmalı, biz hep böyle yaptık!)
- Tamam, şimdiye kadar böyleymiş ama kanun değil ki bu! Sadece şirket dahili bir prosedür, yani değiştirilebilir, geliştirilebilir, kaldırılabilir... İlelebet böyle kalacak hali yok ya?
- Lazımı yok, biz bele edirik! (gerek yok, biz böyle yapıyoruz!)
- Anladım ama değiştirsek daha kolay olacak, sizin de işiniz rahatlayacak, hem piyasaya daha rahat uyum sağlarız?
- Prosedür beledir... (Prosedür böyle...)
- Arkadaşlar, şu anda böyle, ben de değiştirelim diyorum zaten?!
- Karışıklık olur, biz bele edirik (karışıklık olur, biz böyle yapıyoruz)

Yani o prosedürün aslında değiştirilmesi gerektiğini sorgulamak düşünülmüyor. Çünkü komunist düzende de böyleymiş: "sorgulama, sadece yap!". Dolayısı ile bu tip konularda değişiklik yapmak çok zor, insanları buna ikna etmek ve bunu uygulamak gerçekten ciddi efor istiyor. Tabi ki zaman içinde bu konu daha rahatlamış, artık eskiye nazaran daha esnek bakıyorlar ancak bir anda değişikliği de bünye kabul etmiyor...

Hal böyle olduğunda, aksaklıkları çıplak gözle görebilen, bunların değiştirilmesi için doğru kararları verebilecek ve insiyatif kullanabilecek, cesurca sorgulayabilecek veya elini taşın altına sokabilecek insan gücü ön plana çıkıyor. Mevcut düzendeki aksaklıkları kapitalist ekonomi ile karşılaştırıp, tecrübe paralelinde gerekli adımları atabilecek bu insan gücü de, genellikle yurtdışından gelenler veya yurtdışında çalışmış, okumuş Azeriler oluyor...

Bir diğer dikkatimi çeken durum ise sahiplenme... Mesela Türkiye`de çalışılan işyerini sahiplenme olayı biraz fazladır. Bize bir iş mi verildi? Artık o iş bitecek diye kendimizi parçalarız, mesailere kalırız, haftasonu çalışırız, sağa sola saldırırız işi çözmek için... Yani verilen süre az da olsa o iş bitecek! Ama aynı durum burada olduğunda, daha profesyonel bakılıyor. Şirket saat 9:00 - 18:00 arasında çalışmak için mi maaş veriyor? O zaman çalışma saati 18:00 da bitiyor ve adamlar evlerine gidiyor. Tabi ki çok gerekli ise kalınıyor ama benim Türkiye`de yaşadığım şekilde bir kendini paralama durumu burada yok...

Ayrıca yönetici iseniz, verdiğiniz talimatlar çok açık ve detaylı olmalı. İnsiyatif kullanmayı gerektirecek talimatlar vermemelisiniz. Yoksa ya işiniz istediğiniz gibi yapılmaz veya bitmez. Ayrıca, özellikle dil farkından kaynaklanabilecek yanlış anlaşılma veya anlaşılamama durumlarına da dikkat etmek lazım. Çünkü burada "anlaşılmayan birşey var mı?" diye sorduğunuzda kimse cevap vermez ama iş patlayıp "neden böyle yaptın, ben öyle dememiştim ki sana!" derseniz, "ben o kısmı anlamadım" veya "böyle anladım, siz böyle dediniz" cevabı ile karşılaşma ihtimalınız %99,9...

Alışıncaya kadar biraz problem oluyor ancak alıştıktan sonra aslında bu ülkede insanca yaşayabileceğinizi farkediyorsunuz. Ben hafta içinde özel hayat olabileceğini buraya geldikten sonra öğrendim desem yeridir! Meğer biz bazı şeyleri ne kadar çok abartıyormuşuz!

Ama şunu da itiraf etmeliyim: eğer Baküye çalışmaya geliyorsanız ve yöneticiyseniz, kemerleri bağlayıp gelin... Çelik gibi sinirleriniz olması lazım ve hayatınızda bir daha göremeyeceğiniz türden bir deneyim yaşayacağınızı garanti ederim! Bu arada bol bol mide bulantısı hapı da getirin, çünkü görüp yaşayacağınız bazı şeyleri ancak o hapla çekebilirsiniz:)

Zamanınızı iyi yönetin, ama daha önemlisi kendinizi ve çevrenizi çok daha iyi yönetin... 

0 comments:

Yorum Gönder