Araftayım, Cennetteyim, Cehennemdeyim... Mutluluk Diye Birşey Var mı?
Kral elinde telefonla, ben de onun yanında, bir anda HIRRK HIRRK diye gülmeye sonra kahkaha atmaya başladık. Bizim kahkahalarımız başlayınca iyice korktu, sindi pufun üzerine... Ama gidip de onu oradan almak bir yana dursun, gülme krizine girmiştik bir kere, yerimizden kıpırdayamıyorduk. Yatağın üzerinde katıla katıla gülüyorduk, Minnoş bir ses çıkarınca iyice katılıyorduk. Onun o masum ve ürkek halini görünce sakinleştik biraz, yatağın ucuna uzanıp kavradık küçücük yavrumuzu, aramıza aldık. Biraz okşayıp karnını kaşıyınca o da gevşedi, gırıldamaya başladı, keyfi yerine geldi. Biz ise hala kıkırdamaya devam ediyorduk.
Bir yandan birbirimize, bir yandan da ortada yatan o küçücük yavru kediye bakarkenki halimizi hatırlıyorum da şimdi... Bazen Minnoş'un o yatak başlığına atlayıp debelenmesini çektiğimiz videoya bakıyorum. Kahkahaların başlayıp görüntünün önce titremesi, sonra sallana sallana beyaz çarşafların üzerine düşmesiyle son buluyor.
O anları hatırladığım zaman, kırılmış kalbimin bütün parçaları yine göğsüme saplanıyor. Kenarları yenmiş tırnaklarım, yüzümde yeni çizgiler, içimde tarifsiz bir boşluk ve hüzün, ağlamamak için aldığım sakinleştiriciler yüzünden boş bakan gözlerim... Sekiz yıl nasıl geçmiş, ben ne zaman 45 yaşıma geldim, benim amacım ne? Gücümü toplayıp, yıllar önce girip baktığım o kapıdan çıkıp, tekrar koridora dönmek... O boş, sonu görünmeyen, ıssız, sesinin yankılanıp hiçbir zaman cevap bulamadığı koridora... Daha kaç kapıdan geçmem, kaç kere yeniden başlamam, ne kadar yürümem gerekiyor? Hayal kırıklıklarım artık dağ oldu birike birike; her seferinde aşağıya düşüp, yeniden tırmanmaya başlayıp, mutluluğun zirvesine çıktığını zannederken daha da yüksekten düşmek?
Ben ne anladım biliyor musunuz? Mutluluğun zirvesi diye birşey yokmuş arkadaş! Mutluluk dağı var, evet, ama bu bir volkan, zirvesi de tam ortasından her an yakıcı lav püskürtebilen dev bir krater! Siz de bilgisayar oyunu karakteri gibisiniz: Düştüğünüzde veya yandığınızda bir canınız gidiyor, ama oyun tekrar başlıyor. Siz şimdi mutluluk dağına tırmanırken, bu volkan bir hareketleniyor, bir deprem, pat düştünüz... Tekrar kalkıp tırmanmaya başlıyorsunuz, yukarılara yaklaşıyorsunuz, volkan bir patlıyor, hopp yandınız... Hadi diyelim ki azimle tepeye kadar tırmandınız. Arada fırlayan taşlar kafanızı gözünüzü yardı, küçük püskürmelerde üzerinize isabet eden lav damlacıkları sizi yaktı paraladı, ama yılmadınız devam ettiniz. Hah işte en sonunda geleceğiniz yer, kraterin kenarında kalan incecik bir halka! Ortasından ateş püskürür, habire sallanır durur, yürümek istesen daracık bir toprak parçasında dön Allah dön... Ya ortasına düşersin (onu daha hiç yaşamadım, heralde o durumda game over oluyor), ya volkan büyük patlar oracıkta ölürsün (onu da hiç yaşamadım), ya dengeni kaybedip yamaçtan aşağıya yuvarlana yuvarlana düşersin, ya o halkanın etrafında dönüp dururken yavaş yavaş yanıp eriyip yok olursun, ya da yavaş yavaş erirken artık ayakların yanar ve dengeni kaybedip düşersin (benim senaryo tam olarak bu oluyor sanırım)! Hani öyle "Zirveye ulaştım, oooh oturayım da manzaraya karşı bir keyif yapayım" falan yok yani! Koşulsuz mutluluk da yok, acısını çekmen lazım... O zirvede kalacaksan, bedelini ödemen lazım... Eğer razı değilsen, "kelebekler tepesi"ne takıl, çok yükseğe çıkmazsın, canın da fazla acımaz!
Galiba insanlar onun için çocuk yapıyor? Çocuk bir çeşit ağrıkesici veya uyuşturucu sprey gibi bişey... Canın yansa da, daha az hissediyorsun. Veya beynin uyuşuyor, tam yukarıya çıkmasan da çıktığını zannediyorsun. Eğer beynin sağlamsa, yukarı çıkma gücün daha fazla oluyor, veya kratere kadar tırmanmışsan daha uzun süre dayanmanı sağlıyor. En sonunda ne olduğunu anlamadan eriyip yok oluyorsun.
Benim teorim şu: Yaptığım iyiliklere karşılık, evrensel bir güç beni bir teste tabi tutmaya karar verdi. Hayatım akıp giderken zamanı durdurdu ve bana "bundan sonra ne olacağını bilmek ister misin" diye sordu. Cesaretimi test etti ilk olarak, ben de "isterim" dedim, testten geçtim. Testten sonra beni önce arafta bıraktı: kendimi sorgulattı, yaptıklarımı sorgulattı, günahlarımı ve sevaplarımı sorgulattı. Sonra "gel de bir gör bakalım, cennet nasıl bir yermiş" dedi. Üç yıl cenneti yaşattı. O bitince "şimdi de cehennemi gösterelim" dedi. Üç yıl da öyle yaşattı. Şimdi test bitti, durdurduğu zamanı yeniden başlattı ve beni hayatımın akışına geri bıraktı. Bırakırken de eli kaydı, eski yerimi tam bulamadı; biraz daha çıkıntılı, biraz daha arka taraflarına bıraktı beni hayat çizgimin...
İşte bu hikayenin en başında, o 2014 Ağustos ayında, benim araf dönemimin sonları gelmiş, cennetim başlamak üzereydi. Bu yazıyı yazdığım 2021 Mayıs ayında ise, cehennem alevlerinde kavrulmaktan bitap düştüğüm ama işkencemin sonlarına yaklaştığım dönemdeyim. Hayat çizgime ne zaman mı geri döneceğim? Bakü'ye döndüğüm zaman bunun cevabını verebilirim, şu anda ben de bilmiyorum!
Pişman mıyım? Bilmiyorum... Yani, "senin için herşeyden vazgeçerim" dediğim ana geri dönsem, yine aynı şeyi derdim orası kesin! Ama o andan bir iki ay sonra Kral "artık birlikte taşınacağımıza göre, ilişkimizin adını bir koymamız lazım" dediğinde, "Tamam, Abuzer olsun o zaman!" cevabını vermezdim. Aşk ve gurur, saflık ve kibir birarada olunca neler yaptırıyor, neler söyletiyor insana... Yazık... Neyse...
En son girdiğim kapıdan çıkıp, şu koridora bir döneyim. Belki yine biraz geri gidip, unuttuğum veya gözümden kaçan birşey var mı diye kontrol etmem gerekiyordur... Yaptığım hatalardan ders çıkarıp, bir daha tekrar etmemem gerekiyor. Artık akıllandım! En azından akıllandığımı umuyorum... Her iki durumda da:
Bakü'nün Yalnız Kraliçesi geri dönüyor....
0 comments:
Yorum Gönder