A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Expat Olmanın Zorlukları... Ufak Ufak Değişim Rüzgarları Esmeye Başlıyor...

Expat Olmanın Zorlukları... Ufak Ufak Değişim Rüzgarları Esmeye Başlıyor...   


Temmuz.2014... Uzun süre Kurumsal hayatta çalışanlar bilir, şirketlerin de hayatlarında inişler ve çıkışlar vardır. Benim şirketimde de hafif hafif değişim rüzgarları esmeye başlamış ve özellikle yabancı ortaklığımızdan kaynaklanan birtakım bölgesel sorunlar yaşamaya başlamıştık. Bölgesel sorun demek, gelir kaynaklarının sarsılması demektir ki, bu en büyük tehdittir! Her ne kadar henüz gözle görülmese de, usta denizciler uzaktaki fırtınanın kokusunu alabilirler... İşaretler aslında çok basit, öncelikle lüzumsuz bir iş trafiği başlar... Neden? Çünkü fırtınayı ilk görenler genellikle merkezde olanlardır ve bunu atlatabilmek için bir anda uluslarası projelere boğmaya başlarlar ülke operasyonlarını. Hani "bak ne kadar çok çalışıyoruz, ne kadar önemli işler yapıyoruz, aman bize dokunmayın" durumları:) Ondan sonra bir bakarsınız, transferler ve istifalar artmaya başlamış. Sonra dedikodular başlar koridorlarda... Böyle böyle anlarsınız ki, birşeyler yakındır... Yani kontrat süremin dolacağı Aralık ayına doğru, başka diyarlara yolculuk görünüyordu ufukta.

Aynı dönemde, Kral'ın şirketinde de bazı değişiklikler oluyordu: yeni alanlara genişlemeler ve buralara atanan yöneticiler... Kral'ın maaşı çok da ahım şahım değildi, benim maaşımın üçte biri gibi birşey alıyordu sanırım. O yüzden bir süredir zam talebinde bulunuyor ancak pozisyonu nedeniyle talebine olumlu karşılık bulamıyordu. Ne kaaa ekmek, o kaaaa köfte! Ne kadar yüksek pozisyon olursa, maaşın da ona göre olur! Gürcistan'da bir terfi durumu da söz konusu olmadığından, şirketin farklı bölgelerdeki projeleri için adını değerlendiriyorlardı. Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası için iki teklif gelmişti ama Kral her ikisini de elinin tersiyle itmişti. Birincisini, bölgesel olarak çok berbat bir alternatif olduğu için reddetmişti. İkincisini ise benimle olan birlikteliğinde çok mutlu olduğu için... Ama artık bir tercih yapılması gereken günler yaklaşıyordu. Expat hayatının cilveleri işte...

Her ikimizin de kafasında sorular, geleceğe yönelik kaygılar olduğu halde; evimizin içinde kusursuz bir mutluluk yakalamıştık. Artık arkadaşlarımızla bile pek görüşmüyor, Türkiye'ye aile ziyaretlerine daha az gidiyor, birbirimizle geçirebileceğimiz zamanı kimseyle paylaşmak istemiyorduk. Yavru kedimizle birlikte sevgi ve huzur dolu, aşk dolu, kahkaha dolu bir dünya yaratmıştık, onun dışına çıkmak istemiyorduk. İş veya mecburi ziyaretler nedeniyle o dünyanın dışına çıkmak zorunda kalmışsak, aramızdaki bağ kuvvetli bir mıknatıs gibi bizi geri çekiyordu.

Vaziyet böyleyken, her mutlu expat'ın kabusu olan o telefon geldi bir gün... Teklif edilen lokasyon: Salalah. Kral, biraz düşünmek için izin isteyerek telefonu kapatırken, ben kendi telefonumdan adı geçen yerin gezegenin neresinde olduğunu soruyordum Google Amca'ya. 

- Salalah da neresi yahu? Hayatımda hiç adını duymadığım yer?!

- Umman'daymış, çok iyi bir pozisyon teklif ediyorlar, maaşı da çok iyi...

- Bu artık üçüncü teklif, bunu da kabul etmezsen bir daha yeni teklif alamama ihtimalin çok yüksek, farkındasın değil mi? (Bunları olabildiğince soğukkanlı söylememe rağmen, içimden gitmemesi için yalvarıyordum. Ayrılmak için daha çok erkendi...)

- Biliyorum, ama nasıl gidebilirim ki? Sen buradasın?

Yaaa işte dostlar, hani şirketlerde hep konuşulur ya "bilmemkimi o ülkeye göndermişler, mok gibi para kazanıyormuş, keyfi gıcır" falan diye... İşte o bilmemkimlerin hayatı böyle oluyor. Ülkesinde kalanlar, ailesi ve çevresinden fedakarlık etmeden, tanıdıkları ve bildikleri yerde güven içinde yaşayıp giderler. Ama başka ülkelerde çalışma cesaretini gösterebilenler, tutunabilecek üç beş insan belki bulurlar ve her an onları kaybetme ihtimali ile yaşarlar. Çevresel diğer faktörleri hiç saymıyorum bile! Dil, kültür, alışkanlık farkları, yalnızlık, basit ihtiyaçların bile bazen çok büyük olay haline gelmesi... O bilmemkimin ne çektiğini kimse bilmez ama kazandığı parayı çoğu insan tahmin eder ve ne yazık ki haset eder. 

Şimdi önümüzdeki alternatiflerin değerlendirmesini yapmamız gerekiyordu ve benim aslında bir fikir belirtmemem gerekiyordu. Hatta ideal olarak, sevgilimi desteklemem ve onun geleceği için doğru olan ne ise, onu o tarafa doğru yönlendirmem gerekiyordu. Ben de öyle yaptım... Doğru olan belliydi: gitmesi gerekiyordu! 

Şu anda düşünmek istemediğini, bunu değerlendirmek için biraz zamana ihtiyaç duyduğunu söyledi. Üstelemedim.

Aradan geçen günler içinde, ayrılırsak ne kadar üzücü olacağını iyice hissetmiştim. Hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum, onun gidişine nasıl dayanabilirdim bilmiyordum. Kral da aynı şekilde, çok düşünceli ve huzursuzdu. Çok nadir bulunabilecek bir şey yakalamıştık ve onu salıvermemiz isteniyordu. Teklifi reddetmesi çok muhtemeldi, bizden vazgeçmek istemiyordu.

Bir akşam, Salalah fotoğraflarına bakıyorduk, içimden "ulan, niye olmasın?" diye geçirdim. Tamam, çok ıssız ve kuytu bir yer, alakasız saçma sapan bir yer, hayatımda adını duymadığım bir yer, kariyerimin tepesine tırmanırken merdivenlerden yuvarlanmama sebep olacak bir yer... Ama... Sonuçta şu hayattaki asıl amaç mutluluk değil mi? Yani eğer mutlu olmayacaksan, parayı ne yapacaksın ki? Dünyanın en büyük şirketinin CEO'su olsan, mutlu olmayacaksan ne anlamı var ki? Ve bir anda döndüm:

- Sen Salalah'a benim yüzümden gitmek istemiyorsun, değil mi?

- eh, şey, yani, evet, seni ne kadar seviyorum biliyorsun... Seni nasıl bırakıp gidebilirim?

- Eğer istersen, ben de seninle gelirim!

Ohhh beeee, söylemiştim sonunda! "İstemiyorum ulan gitmeni! Hayvanlar gibi aşık oldum, sensiz nefes alamadığımı hissediyorum, senin başka ülkeye değil başka odaya gitme fikrin bile karnıma bıçak olup saplanıyor!" diyemiyordum. Ama "seninle gelebilirim" demiştim onun yerine... Eninde sonunda ya ayrılacaktık, ya da birimizden birimiz kendini kurban edecekti. Ve ben kurban olarak kendimi seçmiştim.

- Sen... sen ciddi misin? Peki işin ne olacak?

- İstifa ederim! 

-  Ama kariyerin, vazgeçebilecek misin?

- Çok seviyorum seni, senin için herşeyden vazgeçebilirim.

Aha işte bunu da söylemiştim. "Yüzyılın Salağı" yarışması olsa, birinci belli de ikinci kim? Ama şunu düşünüyordum: yıllardır kariyer peşinde koşarken, kendimi maddi olarak tatmin etmeme rağmen, manevi olarak korkunç bir yıkım yaşamıştım. Artık kardeşlerim de okullarını bitirmişlerdi, yani geçen seneye kadar olan vaziyet ciddi anlamda düzelmişti. Böyle bir mutluluğu bulmuşken, bunu kendi ellerimle uzaklara üfleyip acı içinde kıvranmaktansa; yapamadığım şeyler için pişman olmaktansa; yapıp pişman olmak bana daha mantıklı geliyordu. Hayat bana bir kapı açıyordu ve ben bu kapının yanından yürüyüp gidemezdim, içeri girip ne olduğunu görmem gerekiyordu. Yani şimdi o kapıdan girmek mi salaklık, yoksa kapıyı es geçip o koridorda devam etmek mi? Ya aradığım şey o kapının ardındaysa?

Kral'ın gözlerinin nasıl parladığını, nasıl mutlu olduğunu görünce; o kapıdan girmeyi seçmenin ne kadar doğru bir karar olduğunu anlamıştım. Şöyle bir plan yapmıştık: Kral önden gidip keşif yapacak, şirket işlerini halledecek, sistemi kuracak; ben de birkaç ay burada kalacaktım. Eğer keşif sonucunda olumsuzluk görülürse, geriye dönecekti. Yok eğer herşey yolunda giderse, orada yaşamamız için gerekli organizasyonu yapacak ve ben de istifa edip onun ardından gidecektim. Bu planları yaparken, heyecandan birbirimizin kalp atışlarını duyuyorduk. Ayrılmak zorunda kalmayacağımızı bilmek, ikimiz için de müthiş bir rahatlamaydı... Ve planı uygulamaya başladık.

Onu uğurlarken hiç ağlamadım. Çünkü aramızdaki bağ artık o kadar güçlenmişti ki, nereye giderse gitsin o bağın kopmayacağından adım gibi emindim. Sadece ondan uzak kalacağım ve evimizde onsuz yaşamak zorunda kalacağım için çok burkulmuştum. Ama Minnoş'un varlığı bana güç veriyordu. Evimizin babası bize yeni yuva yapmak için uzaklara uçuyordu, biz de sabır, sevgi ve güvenle onu bekleyecektik. 

Kral, tam muson yağmurlarının olduğu dönemde, Arap Yarımadası'nın ucunda, Yemen sınırında, hayatımızda daha önce hiç duymadığımız bir yere, elinde sadece bir bavul ile gitmişti. Şirketi kuracak, hukuksal işleri halledecek, idari işleri halletmek için adam bulacak, falan filan... Yani oraya tayin oldu olmasına da, şirket açılışı için cebine koydukları yüklü miktarda dolar ve Dubai'de bir avukatın kartviziti hariç ortada hiçbirşey yok! Kimseyi tanımıyor, hiçbir bağlantı yok, merkezdeki destek ekibi aynı anda açılan başka bir ülke operasyonundan dolayı yetişemiyor... Havaalanından otele gitmek için bindiği taksinin şoförü ile anlaşmış sadece, onu sağa sola götürüp etrafı tanıtması için. Adı Muhammed. İşte bütün destek o!

Her gün defalarca konuşuyor, akşamları durum değerlendirmesi yapıyorduk. Birbirimizden uzakta olmak çok can acıtsa da, bir şekilde kavuşacağımızı bilerek üstesinden geliyorduk. Onunla gurur duyuyordum, yaptıklarına ve yaşadıklarına şahit oldukça ne kadar doğru bir adam seçtiğimden daha da emin oluyordum. İşte benim erkeğim böyle olmalı!!! Bir yandan çok da korkuyordum, yalan yok, arada bir aklıma şeytanlar giriyordu: Ya oralarda sefil olup gidersem? Ya aşkımız biter ve ben yapayalnız, işsiz, yurtsuz kalırsam? Ya hayatım boyunca pişman olacağım bir karar verdiysem?... Ama onun yüzünü telefonda görüp, sesini duyduğum anda bütün sorular susuyordu zihnimde, tek bir düşünce sarıyordu aklımı: sonsuza kadar mutlu yaşayacağız....

Sonsuza kadar mutlu yaşayacağız...







0 comments:

Yorum Gönder