Hayat Sürprizlerle Dolu Değil mi ? Ve Değişim Başlasın, Elveda Bakü!
O 1.Nisan gününü biliyorsunuz, hani meçhule doğru gazladığım gün... O gün ve onu takip eden birkaç gün içinde kaç saat telefonla konuştuğumu bilmiyorum. Bir ara telefon kulağımla birleşmiş hissi bile uyandı, o kadar bütünleştik yani! Alternatiflerimi belirleyip harekete geçmeye karar verdiğimde, gerçekten büyük bir rest çekmiştim. Bunu yaparken kendim içten içe panik olmakla birlikte, şirkette de ufak çaplı bir kaos yaratmıştım. Ama bilirsiniz, risk yoksa kazanç da yoktur...
Sonuç itibariyle, düşmanlarımın hevesi kursağında kaldı! Onlar benden kurtulmayı planlarken, bir anda yıldız oluvermiştim ve benim Gürcistana daha iyi koşullarla transfer edilmem kararı alındı. Bu karar alınıncaya kadar 2 hafta ne stres çektim, ne kadar bunaldım, ne karınağrısı yaşadım anlatamam.... Zor günlerdi. Ama sonuç mükemmel oldu! Ve ben Azerbaycandaki son 15 günümü resmen balayı dönemi gibi yaşamaya başladım. Haa, bu fırsattan istifade, 1.Haziranan kadar yeni görevime başlamayacağımı ve 1 ay tatil yapma isteğimi de kabul ettirdim. Yani tam 'ooooooh suyundan da koy' oldu!
Veda yemekleri, sevgi gösterileri ve hediye yağmurları sonrasında 1.Mayısta görevim sonlandı. Dürüst olmam gerekirse, o güne kadar ekibimin beni bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum, benim de onları o kadar çok sevdiğimi bilmiyordum. Odamda onları kabul ettiğim son günlerde o kadar çok ağladım ki, işten çıktığımda gözlerim kızarmış oluyordu. Geçen 5 yılı, kavgalarımızı, başarılarımızı, atlattığımız onca vartayı... Birlikte o kadar çok macera geçirmişiz ki... 'Hatırlıyor musun?...' diye başlayan yüzlerce hikaye anlattık, sonunda ya kahkahalarla gülüyorduk ya da derin bir sessizlik çöküyordu birden, daha gitmeden özlemeye başlamıştım Baküyü.
Artık demir alma zamanı gelmişti ve yepyeni bir macera başlıyordu benim için, çok heyecanlıydım. Önce yeni ülkemi ve şehrimi keşfetmek için kısa bir Tiflis seyahati yaptım. Tiflis'e ilk görüşte aşık olmuştum ve hemen bu şehirdeki yuvamı aramaya başladım. Bana söylediklerine göre, expat camiasında en hızlı ev tutma rekorunu kırmışım! 2.5 saatte 14 ev gezdim ve 14.evin içine girdiğim an 'tamam' dedim, 'burası benim evim'. Bütün işlerimi 2 gün içinde tamamladım ve artık güzel bir tatile çıkmak için önümde hiçbir engel kalmamıştı. Baküye geri dönüp tatilimi organize etmeye başladım. Ah tabi bu arada erkek kardeşim için de yeni bir ev tuttuk, onu yerleştirdim, benim gidişim için onun tüm şartlarını sağladım. Artık içim rahattı...
İlk durağım tabi ki Dubai oldu. Geleneksel Mayıs seyahatlerimden farklı olarak, bu sefer tamamen özgürdüm!İşten aramıyorlardı, işten ayrıldığım için canım istemediği an müşteri telefonlarına cevap vermiyordum, ailem çok yorgun olduğumu bildiği için tamamen sessizdi, sevgilim falan da yoktu zaten... 8 gün boyunca hiçkimse ve hiçbirşey canımı sıkmadan rahaaat rahat keyif yaptım! Orada yaşayan arkadaşlarımla görüştüm, tek başıma en sevdiğim restoranlara gittim, deli gibi alışveriş yaptım, gezdim, tozdum, yedim, içtim, oooooooh yumurtalıklarım sağolsun!
Dubai hakkında daha detaylı bir yazı yazmayı planlıyorum aslında, çünkü orası benim cennetim ve cennetimi bir iki paragrafta özetlemem çok mümkün değil. Ama şunu diyebilirim ki, tatilimin ikinci bölümü olarak İstanbula gittiğimde kendimi tamamen yenilenmiş ve en az 10 yaş gençleşmiş hissediyordum.
İstanbulda 10 gün kaldım, en yakın arkadaşım abikuşla sabah akşam birlikteydik. Kendine manita yapmıştı bizimki, devamlı onunla, ben de eklenince 3 silahşör modeli olmuştuk... Adalar, Cadde, Asmalı Mescit, Fenerbahçe ve Bebek sakinleri, sanırım benim orada olduğumu fazlasıyla hissetmişlerdir bu 8 günde! Kuduruyordum resmen! Çok mutluydum, heyecanım ve mutluluğum içimden taşıyordu, yerimde duramıyordum!
Dubai ve İstanbulda gece hayatı ve alışverişin suyunu çıkardığım için, tatilimin son parkurunu tatil sonrası dinlenmeye ayırdım. Önce Baküye dönüp eşyalarımı toplayıp gönderecektim, sonra da kendim Tiflis'e gidecektim. Öyle de yaptım ve uçak kalkarken son kez Baküye bir baktım, binaların yavaş yavaş küçülmesini seyrettim... İçim burkuldu, elimde olmadan ağlıyordum Baküye veda ettiğim için, bir parçam kopmuştu sanki. Hem yeni bir başlangıç yapacağım için mutluydum, hem de eskiye veda ettiğim için üzülüyordum, nasıl bir tezattır? Bu tam benlik bir saçmalıktı aslında, tipik hareketim! Babam bana yeni bir Yamaha org aldığı zaman da eski JVC orguma sarılıp ağlamıştım bütün gece... Salak mıyım neyim? Ama bu ne biliyor musunuz, sanırım ben yaşadığım herşeye çok sahip çıktığım için onlardan ayrılmak bana zor geliyor ve bir maceraperest olduğum için sık sık kendimi bu duruma sokuyorum!
Bakü-Tiflis arasında uçak seyahati yaklaşık 45 dakika, çok yakın... Hatta uçakta sandviç dağıtıp daha biz onları yiyemeden çöpleri toplamaya geliyorlar, o kadar kısa bir yolculuk! Yeni şehrime geldiğimizde kalbim yerinden fırlayacak gibiydi, bir an önce evime gitmek ve etrafı keşfetmek istiyordum. Herşeye baştan başlamak... Yeni insanlar, hiç tanımadığım bir yer, yeni bir iş, yeni bir ev... Tanıdık olan tek şey, kendimle birlikte getirdiğim bavulumun içindeki kıyafetlerimdi. Kalan ayakkabı, kıyafet ve birkaç özel eşyam kargo ile gelecek, yani bir süre bavulumla başbaşayız! Bavulumla maceramız taksiye bindiğimizde başlamıştı, bu güzel Mayıs gününde ağaçlı Tiflis yollarındaydık.
Apartmanımın önüne geldiğimde güvenlik görevlisi arabanın içini süzmeye başladı, doğal olarak beni tanımadı. Az buçuk Rusçamla durumu anlattım ve 'artık tanı beni, bundan sonra hep göreceksin' dedim! Kapılar açıldı, bavulum yukarıya çıkarıldı, karşılıklı teşekkürler edildi ve artık yalnızdım. Bütün dünyayı kapımın dışında bırakarak kapımı kilitledim ve ayakkabılarımı bir kenara fırlattım. Koşarak evin en sevdiğim yerine gittim: Mutfak. Mutfağımın kapısı yok, koyu gri granit zeminli antreden kocaman kemerli bir girişi var. Sol tarafta büyük bir yemek masasının olduğu kısım ve karşıda geniş üçgen bir çıkıntıya yerleştirilmiş bir bar kısmı var. Bar tam cam kenarında, kocamaaaaan camlar, 4 parça jaluzi hoş bir gölge veriyor. Orada harika bir manzara eşliğinde çok keyifli günler geçireceğimi hayal ediyordum. Hemen siyah deri bar taburelerinden birine yerleşiyorum ve Tiflis'e bakıyorum, önümde dağlar, nehir ve heryer yemyeşil ağaçlarla kaplı güzel bir yol uzanıyor. Bir sigara tellendiriyorum manzaraya karşı, 'vaaaaay be' diyorum, 2 ayda nasıl da değişti hayatım... Olan biteni hala idrak edememiştim ve açıkçası idrak etmek de istemiyordum. Sadece o anın tadını çıkarmak istiyordum, yeni umutlarımın ve yeni gelecek hayallerimin sarhoşluğu içindeydim, sigaramdan çektiğim her nefeste dalga dalga keyif sarıyordu düşüncelerimi... Bir güvercinin kanat çırparak tam karşıma dikilmesi ile uyandım o trans halimden. Camımın önündeki pervaza konup bana bakmaya başlamıştı, ben de ona bakıyordum aval aval. 'Hoşbulduk' dedim gülümseyerek, bana hoşgeldin diyen ilk Tiflis sakini ile karşı karşıyaydım. 'Ama evde içecek suyum bile yok, o yüzden sana bugün hiçbirşey ikram edemem şekercim' dedim. Sigaramı söndürmek için hareket ettiğimde korktu ve kanat çırparak uzaklaştı. İşte yalnızdım, yine...
Ve o anda çok garip birşey oldu, telefonum çalmaya başladı! Garip olan çalan telefonum değildi tabi ki, arayan şahsın ismini gördüğümde donakalmıştım. Bu 'O'ydu, Ispanyol Prensim, onca zaman sonra, onun adını görüyordum ekranda!!! Ve ben şok olmuş şekilde telefona bakarken birden sustu etraf, adı ekrandan kayboldu ve 'missed call' yazısı belirdi. Hala bakıyordum öyle, rüya mı gördüm diye. Ve yine çalmaya başladı, yine 'O' arıyor!
Açtım... Ne konuşacağımı bilmiyordum, hatta o anda adımın ne olduğunu bile bilemeyecek durumdaydım, telefonu açtığımda 'Alo' bile demeyi akıl edemiyordum ama açtım. Ben telefonu kulağıma doğru götürürken, 3 yıldır duymadığım o sesi duydum, 'hello' diyordu ısrarla ama soru sorar gibi... Sadece onun adını söyleyebildim ve on saniye kadar sessizlik takip etti onun adını. Sessizlik...
Ve zaman tünelinin ötesinden cevap geldi: 'yes, it's me, my Ottoman Princess...'
0 comments:
Yorum Gönder