A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Bakü'nün Yalnız Kraliçesi Kralını Buldu...

Bakü'nün Yalnız Kraliçesi Kralını Buldu...

10.Ağustos.2013... Tiflis'e yerleştiğim ilk aylar, yeni bir başlangıç yapmış olmanın verdiği heyecan ve mutlulukla geçiyordu. Hele bir de sıcacık güneşli yaz havası da eklenince, yeni işimden, yeni evimden, yeni şehrimden ve yeni çevremden aldığım keyif katlanarak artıyordu. Güzel bir şehirdi Tiflis, yemyeşil ve hareketli. İnsanları, Bakü'de beni insanlıktan soğutan kitleden sonra ne kadar canayakın ve samimi gelmişti bana... Hani hayatınızın bazı dönemlerinde kendinizi zirvede hissedersiniz ya, öyleydim işte, mutluydum tek kelimeyle!

Taşınmamı takip eden dönemde, evimi yerleştirmek, eşyalarımın Bakü'den gelişini organize etmek ve etrafı öğrenmeye çalışmakla geçiyordu işten arta kalan zamanlarım. Annemin endişelerini gidermek için Temmuz ayında onu da getirmiştim, 1 ay boyunca akşamları yürüyüşe çıktık ve güzel Tiflis'i keşfetmeye başladık. Yoğurt bulmak için dolaştığımız marketler ve sonucunda hep yanlış bir ürünle eve dönüşlerimiz bile eğlenceliydi benim için... Herşeye sıfırdan başlamak ne güzel şeydi, onun tadını çıkarıyordum işte...

Annemin dönüşü ve takip eden kızkardeş ziyaretinin arasındaki bir haftayı yeni arkadaşlarıma ve daha önceden tanıdığım Gürcü dostlarıma ayırmıştım. 10.Ağustos'tan bir gün önce de, yine öyle eskiden tanığım ve Nepal'de çalışıp birkaç günlüğüne ülkesine tatile gelen çok sevgili bir arkadaşımla kahve keyfi yapıyorduk. Çok canlı ve komik bir kızdı Kethie, onunla vakit geçirirken kahkahalarımı kontrol etmek zordu ve nitekim edemiyordum, gülüşmelerimiz oturduğumuz teras kafede çınlıyordu. "Eeee, yarın Cuma, planınız nedir bakalım?" diye sorarken, küçük kahverengi gözleri biraz önceki kahkahaların ışığıyla parlıyordu ve kocaman tipik Gürcü burnunun ucu oynuyordu. "Bilmem, yarın Nina ile çıkacağız ama bir plan yapmadık henüz, gelsene sen de!" deyiverdim. "Gelemem, akraba ziyaretleri malum ama siz yarın El Centro'ya gidin" dedi göz kırparak. "Orası neresi?" diye sorunca, öğrendim ki Tiflis'in en popüler mekanlarından birisiymiş meğer ve dahası oturduğumuz kafenin de iki kat altındaki giriş katıymış. En yakışıklı ve hoş erkekler haftasonları oraya takılırmış, gelenler hep düzgün insanlarmış, falan filan... "Kethie, gerçekten sakin bir Cuma geçirmek niyetindeyim ve emin ol kimseyi bulmak gibi bir gayretim ve hatta isteğim yok. Ben böyle mutluyum, başağrısı olmadan kendi kendime yaşıyorum işte" dedim kahvemden son yudumu alırken. Bizim kız beni bir süzdü ve ani bir hareketle arkasını dönüp hesabı istedi. Bir yandan çantasını toparlarken, bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. Böyle yalnız olmazmış da, deli miymişim de, hiç laf dinlemiyormuşum da, bildiğin azar yiyordum yani! "Yürü gidiyoruz" diye kaldırdı beni ve asansöre itelemeye başladı. Ben daha ne olduğunu anlamadan, alt kata inmiş ve El Centro'nun yöneticisi ile yarın akşam için rezervasyon işlemine başlamıştık. Kethie'nin sinirli haline gülüyordum, çünkü sinirlendiğinde ve heyecanlandığında ağzından tükürükler saçarak konuşurdu ve "yarın için yer kalmadı" dediğini tahmin ettiğim yöneticinin suratına muson yağmurlarını yağdırıyordu!  İngilizce de bilmeyen zavallı adama yardımcı olamıyordum, ama adam çaresizce bana bakıyordu. Önündeki deftere adımı ve soyadımı yazarken, yanına da 2 kişilik yer olduğunu ekledi. Kethie konuşmayı zaferle bitirip bana döndüğünde "yarın buraya gelmezseniz seni öldürürüm" diye tısladı. "Tamam tamam, sinirlenme" dedim gülerek, zaten konuşmayı uzatsam 2.Nuh'un Gemisini inşa etmemiz gerekecekti muson yağmurlarının şiddetinden. "Tamam gideriz, aaaa" dedim, onu sakinleştirirken. O akraba ziyaretine, ben ise yeni evime doğru yola koyulurken telefonumu aldım ve Nina'yı aradım: "yarın akşam El Centro'dayız yoksa hayatım tehlikede!"

Gardrobumun önünde dikilip ne giyeceğime karar vermeye çalışırken, Nina gelmişti bile... Yeni aldığım kırmızı mini eteğimi kaptım ve aynı renk ayakkabılarla iyi gideceğini düşündüğüm kahverengi V yaka bluzumu çıkardım. Uzun yaz tatilim sebebiyle zaten bronz olan tenime çok makyaj yapmam gerekmiyordu, o yüzden hemen bir kalem çekiverdim, ve işte hazırım! Yolda Nina ile sohbet ederken, "acaba etek yanlış seçim mi" diye düşünüp duruyordum hala. Adımız rezervasyon listesinde kontrol edilirken mekana bir göz attım, öyle ahım şahım bir durum yoktu ortada... Garson bizi barın kenarındaki masaya yerleştirirken, kalabalıktan uzak durmak için arkam dönük olmayı tercih ettim. Gerçekten kimseyle uğraşacak halim yoktu.

Nina ile kendi alemimizde sohbet ediyor ve güzel bir nargilenin keyfine varıyorduk. Masamıza doğru birkaç girişim oldu ancak ikimiz de bir el hareketi ile gelen tehditleri uzaklaştırıyorduk ciddi surat ifademizle. Bir ara kafamı çevirdiğimde onu gördüm, bizden iki masa ileride bana doğru dönük bir adam, gözünü dikmiş bana bakıyor, hem de masasında iki kız olduğu halde! Hemen kafamı çevirdim ve dikkatimi Nina'ya odakladım. Şu erkek milleti ne enteresan oluyor!

Gece ilerledikçe, bara gelenler arasında Nina'nın arkadaşları yanımıza gelip selam veriyor ve ayaküstü sohbete katılıyorlardı. Sonra onların arkadaşları da geliyor ve bulunduğumuz alan belediye otobüsü gibi dolup boşalıyordu. İçlerinden bir tanesi "bak seni bir Türk arkadaşımla tanıştırayım" dediğinde, oturduğum tabureyi geri çevirdim ve karşımda O duruyordu şaşkınlıkla dolu bir gülümsemeyle. "Senin Türk olduğuna inanamadım, çok memnun oldum" dedi elini uzatarak adını söylerken. "Ben de memnun oldum" dedim ciddiyetimi bozmadan kendimi tanıtırken. Tanışma bittiğine göre tekrar taburemi çevirmek üzereyken ekledi: "Bu benim kartım, bir şey olursa, bir yardıma ihtiyacın olursa, lütfen beni ara. Burada çok az insanız zaten" dedi. Kartı alırken teşekkür ettim, böyle demesi hoşuma gitmişti, ne hoş çocuk diye geçirdim içimden.

Gerçekten de hoştu. Uzun kumral saçları, yeşil gözleri ve değişik bir yüzü vardı. Giyim stili çok zevkli ve tarzdı. Lakabı ise...  

Kral! 




0 comments:

Yorum Gönder