A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Ah Be Canını Yediğim Meclis, Beni mi Bekledin Kanun Değiştirmek İçin?

Ah Be Canını Yediğim Meclis, Beni mi Bekledin Kanun Değiştirmek İçin?

Aralık, 2013... Altı ay su gibi geçmiş, inanamıyorum, buraya gelişim daha dün gibi! Düzenimi de iyiden iyiye kurdum, keyfim pek yerinde:) Haziran ayına kadar buradayım, gerisi Allah kerim, çok düşünmemeye çalışıyorum. Güzel güzel işime gidip geliyorum, yol almaya başladık, hem İstanbul hem de buradaki yönetimden müthiş destek alıyorum.

Şirkette bana "Borrowed Angel" (ödünç alınmış melek) adını taktılar. Herkesle aram çok iyi, yenilik yapıyoruz ama kimseyi kırıp dökmeden. Danışmanlığını yaptığım arkadaşımızla aramızdan su sızmıyor, onu elimden geldiğince destekleyip, benim Bakü'de olduğum gibi bir Kurumsal Satış Direktörü olması için tüyolar veriyorum. Müşteri portföylerini organize edip, kurumsal segmentasyon uygulamasına geçtik. Herşey yavaş ama emin adımlarla ilerliyor. Yönetim memnun, ben memnun, çalışanlar memnun, müşteriler memnun...

Biz böyle mutlu mesut takılırken, meğer Azerbaycan'daki meclis de boş durmuyormuş. Kanun değişiklikleri falan yapıp duruyorlarmış. Hani benim Azerbaycan'dan çıkmama sebep olan kanun vardı ya, beş yıllık expat ya gidecek ya da bir yıl havalanıp geri gelecek diye. Heh işte, kader bu ya, yememişler içmemişler, yıllardır yürürlükte olan ve benim hayatıma yıldırım gibi düşen bu kanun sanki benim için yazılmış :) Önce Bakü'deki düzenimi altak üstek etmiş, sonra benim Tiflis'e gelişimi takiben bir darbe daha indirmeye karar vermiş! Ben geldikten altı ay sonra kanunun değiştirilmesine karar vermişler ve expatların ülkede kalma limiti kaldırılmış, iyi mi?:) Tabi ben bunu nereden öğrendim, o efsane 1.Nisan çay partisi yaptığımız Azerbaycan'daki İnsan Kaynaklarından Sorumlu Genel Müdür Yardımcımızın açtığı telefondan! Sabah sabah ofiste otururken telefonum çaldı, aa baktım Azerbaycan arıyor, zaten devamlı kontak halindeyiz o yüzden yadırgamadım. En neşeli sesimle açtım telefonu:

- Alloooooo, günaydııııın!

- Şekerim günaydın sana da, nasılsın? Herşey yolunda mı?

- (Herşey yolunda mı soru mu, hayallerimi yaşıyorum demek istiyorum ama tabi ki sakin olmam lazım) Evet tabi, bir problem yok. Bakü'de vaziyet nasıl? Herkes iyi mi?

- Evet, evet, biz de iyiyiz. Sana çok iyi bir haberim var, hemen arayıp kendim söylemek istedim!

- Hayırdır inşallah, maaşımı ikiye mi katlayacaksınız?:)

- Ehue ehue, alemsin, dün itibariyle bir kanun değişimi oldu. Seni oraya göndermemize sebep olan kanun değişti, artık beş yıl değil elli yıl da istesen bizimle olabilirsin. Bir yıl beklememize gerek kalmadı, hemen dönebilirsin. Hepimiz çok sevindik, yokluğun çok hissedildi. Ne zaman hazır olursun dönüşe?

- .... Nasıl??? D..Dön..Dönüş?? (sesler yankılanıyor, kulaklarım uğulduyor, tansiyonum düştü galiba? Ne dönmesi, şimdi mi, tam herşey yoluna girmişken mi? Kral?)

O kekelerken geçen saniyelerde kafam o kadar hızlı çalışıyordu ki, şu yeni yapılan süper bilgisayarla kapışabilecek haldeydim. Projelerimde gelinen nokta, Bakü'deki devam eden projelerimin durumu, ekibim, buradaki ekip, evim, sevgili güzel evim, çınar ağaçlı yollar, İstanbul merkez ne der, rakı kadehinin sesi, üstü açık arabamızla giderken uçuşan saçları, Bakü bulvardaki yürüyüş yolu, dünkü toplantıda aldığımız kararlar, IT ekibi ile raporlama sistemi üzerine yapmamız gereken geliştirme, ayak parmağımın sızlaması, yeşil gözlerindeki o bakışlar... Hani bir yıl kalacaktım? Kontratım var, herşey ona göre planlandı? Midem bulanıyor, midemden bir panik hissi yükseliyor, kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum galiba... Birşeyler söylemem lazım, çenem kilitlendi stresten! Bir anda oturduğum koltuktan yükseldim ve kendimi havadan gördüm sanki, elimde telefonla kalakalmışım. Beynimin içine geri döndüm ve başladım ciddi ciddi sinirlenmeye:

- İyi de biz böyle anlaşmamıştık. Benim burada bir yıllık kontratım var ve kariyerim için çok önemli bir proje yönetiyorum. Pat diye git, pat diye gel, böyle olmaz ki? (ne yani çocuk oyunu mu bu?) Ben burada bir düzen kurdum ve kendime göre planlarımı yaptım, şimdi herşeyi böyle ortada yarım bırakıp nasıl gelebilirim? 

- Ama biliyorsun, burada bir vazifen var ve biz seni mecbur kaldığımız için göndermek zorunda kalmıştık. Şimdi bu mecburiyet ortadan kalktığına göre dönmen lazım. Senin makamını bu kadar süre boş bırakamayız...

- (Şu anda rest çekecek durumda değilim, sakin ol kızım, sakin...) Şekerim bana biraz izin ver, ben bu yeni durumu buradakilerle bir görüşeyim, sana geri döneceğim.

Dedim ve nazikçe kapattım telefonu. Şok! Nolacak şimdi? Ne yapıp ne edip benim burada kalmam lazım, bir yol bulmam lazım, Ah ulan kahpe felek! Şurada birkaç aylık mutluluğu çok gördün bana, kaşıkla verip sapıyla çıkarmasan olmaz di mi??? Sigaramı çakmağımı kapıp dışarı çıkıyorum, iki dakika lazım bana kafamı toplamak için. 

Suratım nasıl bembeyaz kesildiyse artık, dışarıda sigara içmekte olan görev arkadaşım (hani danışmanı olduğum) garip garip bakıyor bana.

- Ne oldu, birşey mi oldu, ne bu halin?

Elimle "dur bir dakika" diye işaret edip, sigaramı oksijen maskesi niyetine tıkıyorum dudaklarımın arasına, hemen yakıp derin bir nefes çekiyorum. Bir nefes daha, bir nefes daha... Nikotin beyne vurunca dönüp cevabını veriyorum:

- Çok fena sıçtım. Bakü beni geri çağırıyor...

Ağlayacak gibi oluyoruz birbirimize bakarken, o da şok, ben de şok, aptal aptal bakıyoruz birbirimize. Çok kısa sayılabilecek bir zaman da olsa, çok yakın arkadaş olmuşuz. Kral'ı biliyor, ne kadar mutlu olduğumu biliyor, buradaki görevimi ne kadar heves ve heyecanla yaptığımı biliyor, onu ne kadar içten ve samimi bir şekilde desteklediğimi biliyor. Öyle ya, benim yerimde kötü niyetli birisi olsaydı, onun ayağını kaydırıp yerine geçmesi için sahip olduğu gücü kullanması işten bile değildi. Ama biz harika bir ekip olmuştuk. Ben o anda ne kadar üzüldüysem, onun da o kadar üzüldüğünü gözlerinden anlıyordum.

- Ama bir yıl kalacaktın, ne oldu, neden? 

- Kanun değişmiş ve geri dönmem gerektiğini söylüyorlar. İnan ben de hiç dönmek istemiyorum...

- Gitmezsen ne olur?

Ahaaa, tabi ya, gitmezsem ne olur? İşte bu sorunun cevabını bulmam lazımdı. Hemen telefona sarıldım, acil toplantı talebinde bulundum. Gitmezsem ne olur, bunu öğrenmem gerekiyordu. Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısıyla konuşacaktım, benim sorumun cevabı onlardaydı. "Hemen gel, bekliyoruz" derlerken, ben ofisten çantamı kaptığım gibi arabama koşmaya başlamıştım bile, "10 dakikaya ordayım" diyerek kapattım telefonu. Genel Müdürlük binası yakındı zaten, uçarak gittim. Güvenliktekiler halimi görünce kartımı çantamda aramama fırsat vermeden hemen turnike kapısını açtılar düğmeye basıp. Gülümseyerek teşekkür ederken koşuyordum, basamakları ikişer ikişer çıkarak soluğu 3 katlı binanın en üst katında aldım. Kapıdan girdiğimde nefes nefeseydim, deri koltukların üzerine attım kendimi soluklanmak için. Bana bakan iki çift göz, merakla bekliyorlardı. Biri karşımdaki koltukta, biri yanımdakinde, kahvelerini içiyorlardı ben gelene kadar. Şimdi kahve fincanları ellerinde, suratıma bakıyorlardı. Öyle bir gelmiştim ki, hani "biraz önce kurumsal binamıza UFO indi, içinden evrenin sırlarını bilen uzaylılar çıktı, bize altın yapmayı öğreteceklermiş" desem derim yani! 

- Ne kadar yoğun olduğunuzu biliyorum, kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Ama şu anda size benim için çok önemli bir soru sormam lazım. Benim buradaki varlığımdan, çalışmamdan ve performansımdan memnun musunuz?

Genel Müdür Yardımcısı öne doğru eğildi ve içten bir şekilde:

- Biz tabi ki memnunuz, katkılarını da takdir ediyoruz. Ama konu nedir?

derken, Genel Müdür de onu onaylarcasına kafasını aşağı yukarı sallıyordu.

- Bana "ödünç alınan melek" adını siz takmıştınız. Ödünç değil de, sizin şirketinizin meleği olmamı ister misiniz? Burada kalmamı ister misiniz?

diye soruverdim pattadanak! Kalbim ağzımdaydı, gözlerinin içine bakıyordum, o iki dudağın arasından dökülecek sözleri nefesimi tutarak bekliyordum. 

Birbirlerine baktılar, onları da şaşırtmayı başarmıştım. Zincirleme bir reaksiyon başlamıştı, artık durduramıyordum olanları, herşey bilardo masasında birbirine çarpan toplar gibi ilerliyordu. Meclis, Bakü merkeze; Bakü merkez bana; ben çalışma arkadaşıma çarpıp onu banttan geri sektirmiştim; o bana geri çarpınca siyah top ve kırmızı topun tam ortasına dalmıştım. Siyah top deliğe girerse oyun biter, kaybederim. Kırmızı top girerse kazanırım. İkisi de girmez ben deliğe düşersem, vay halime!

- Biz istemesine isteriz de, Azerbaycan ne olacak?

- Eğer kabul ederseniz, kariyerime burada devam etmek istiyorum. 

Sessizlik...

...

Takriben 1 saat sonra ofisteki koltuğumdan Bakü'ye telefon açıyordum. Bir iki kere çaldıktan sonra telefon açıldı:

- Aloo...

- Şekerim selam, kusura bakma sabah seninle tam konuşamadık. Ancak dönebildim.

- Ah evet, ben de senden haber bekliyordum. Dönüş tarihini organize edebildin mi?

- Ettim evet, onu bildirmek için aradım. Ben dönmemeye karar verdim, burada kalıyorum!

Kırmızı top deliğe girmişti...

Ve ben artık bir kuş gibi özgürdüm....

 


 




0 comments:

Yorum Gönder