A Fairy Tale or A Nightmare?

0

Varoluşun Sebebi Nedir?

Varoluş Sebebini Sorgulayalım mı Biraz? 

4.Haziran.2023 sabahı... Bugün çok felsefik uyandım:) 

"Olgunluk yaşına mı geldim?" diyorum, ama içimdeki yaratık biraz tempolu müzik olduğunda zıp zıp zıplamak istiyor. Eskiden toplantılarda çok güzel "ciddi" taklidi yapabilirdim, hatta havaya da giriyordum. Ama öyle şeyler gördüm ve yaşadım, insanların garabetliğini o ciddiyet maskesi altında saklamasına o kadar çok şahit oldum ki... Hatta en ciddi ve acımasız görünenlerin, genellikle konuya en az hakim olan ve en çok korkanlar olduğunu gördüm. Acımasızlık ve zulüm, korkak ve beceriksizlerin işiymiş - bunu yazdık bir kenara!

Hayatımın amacı yok, hatta varlığımın bir sebebi bile yok - zaten ne olacaktı ki, o da ayrı mesele... Ve farkettim ki, hayatım boyunca kendim hariç herkes için düşünmüşüm ve yaşamışım. Sadece sevdiğim insanlar da değil, hiç tanımadığım insanlar bile benim için öncelik haline gelebiliyor. Eğer haksız bir durum veya benim müdahale ederek düzeltebileceğim bir vaziyet varsa, Tarzan gibi dalıyorum olaya... Sonra da zaten al başına belayı mübarek olsun! Neden bunu yaptığımı bilmiyorum, belkide benim varoluş sebebim budur?

Son zamanlarda tiktok ve youtube üzerinden bazı videolar görüyorum, çocukluk travmaları ve benim gösterdiğim bazı semptomların ilişkisini anlatıyor. Çocukken kendini yalnız ve savunmasız hissedenlerde, kendinden vazgeçip etrafı mutlu etmeye çalışma yönelimi oluyormuş. Hmmm... Yani babamın öyle baba gibi olduğu zamanları pek hatırlamam, ortaya çıktığı zamanlarda da ne zaman dayak yiyeceğimiz belli olmazdı. Kahvaltı için zeytinlerin üzerine zeytinyağı-limon sosunu döktüğümde, iki dakika sonra gökten bir şimşek çaktığını hatırlarım:) Limon çekirdeği düşmüş meğer zeytinlerin içine, görmemişim... "sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bir tokat patlatmıştı. Yediğim dayaklar içinde en saçma olanlardan birisiydi heralde... Lisedeydim, şeref talebesiydim, pırıl pırıl bir arkadaş grubum vardı ve hatta hepsi evimize de gidip gelirdi, okul orkestrasındaydım, geceleri dışarı çıkmazdım ve çok bilinçliydim - ama işte limon çekirdeğine göre dayak yiyebiliyordum! Hatta aradan geçen 30 yıla rağmen, limon sıkarken çekirdeği düştüğünde hep aklıma o an gelir:) 

Annem ayrı bir alemdi. Şimdi düşünüyorum da, çocukken insan anne-babasının normal olmadığını algılayamıyormuş. Halbuki annem aslında çok ciddi psikolojik sorunlar yaşıyormuş, ben bunu ancak kırklı yaşlarımda anlayabildim. Onun sorunlarının yansıması da başka türlü oluyordu tabi... Bugünkü güzelliğimi, annemin kafama fırlattığı çaydanlıktan eğilerek kurtulmama borçluyum sanırım :D

İşte bu yüzden çocuk yapmadım ben... "Hiç istemedim, çocuklardan nefret ederim" derim hep etrafa ama saçları lüle lüle bir kızım olmasını gerçekten istemiştim aslında. Nasıl bir histir acaba yapayalnız olmamak? Bazen görüyorum, koca insan olduğu halde hala anne babasının desteği ile gücüne güç katanları... Halası amcası bilmemnesi, nasıl da bağlılar birbirlerine? Akraba silsilesinde hiç bilmediğim bazı kategoriler duyuyorum da, inanamıyorum. Geçenlerde birisi anlatıyordu, amcasının eşinin kuzeninin kızı bilmemnerede yüksek vazifedeymiş de, "pat diye hallederiz" diyor... Ulan ben amcamı ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum (hatta yemin ederim bunu yazarken "benim bir tane amcam vardı değil mi" diye düşündüm:))) Kaldı ki onun eşinin bilmemnesinin dış mandalı, üüüüüü! Ha bunlar o uzak köşedeki akrabaları biliyor, tanıyor, yakinen görüşüyor ve hatta yardımlaşıyor!!!! Benim için çok ütopik şeyler, birinci çemberden bile hayırlı birşey görmeyen bir insan olarak...

Bir gün anneme benzemekten veya babam gibi bir adamla o kızı yetiştirmek zorunluluğundan korktum hep. Allah şahidim ya, hakikaten de daha benim kızıma baba olabilecek bir insan evladı da görmedim 46 yıllık hayatımda. Şimdi de artık çok geç sanırım. Son iki yılda yaşadıklarımdan sonra, bir daha çocuğum olabileceğini hiç sanmıyorum. Vücudum artık buna izin vermeyecektir... Fena mı oldu? Vallahi isabet oldu! Benim genlerimi taşıyan bir varlığın daha bu işkenceye katlanmasını istemem açıkçası. Üstünde yaşayanların büyük çoğunluğunun embesilden hallice olduğu şu dünya, kafası çalışan ve kendine göre değerleri olan insanlar için bir cehennem! Test edildi ve onaylandı.

Hal böyle olunca, halihazırda dünyaya gelmiş olanlar için birşeyler yapmaya çalışıyorum ben de...Kendimce... Sahile vuran deniz yıldızlarını denize geri fırlatan çocuk misali işte :)

Geride bir miras bırakmak, hatırlanmak falan umrumda değil. Hatırlasalar ne olur, hatırlamasalar ne olur zaten! Ay hatrım kalırdı! Ölüp gitmiş ve kurtulmuş olacağım o zaman, kalanlar kendi dertlerine yansınlar... 8 milyar dangalak, üç kuruşun derdine bir ömür harcıyor ve işin garibi o parayı da huzur ve güven içinde yaşamak için istiyor. Teknoloji, kalkınma, gelişim, bilmemne... Hepsi aslında daha çok kazanabilmek için yeni yöntemler icat etmenin bir yolu ve aslında günün sonunda hem dünyaya hem de insanlığa daha çok zarar veriyor. Daha çok kazan, daha lüks şehirler ve ulaşım araçları yarat, daha çok kaynak tüket, çevreyi daha çok mahvet, insanlar daha çok köle olsun, varlıkları paylaşamayanlar yeni hastalıklar ve savaşlar türetsin... Eeee? Ama çok geliştik! Niye? Hadi bakalım niye:

1- Kendimizi şehirlere hapsettik. Doğadan uzakta, camlı binaların içinde, güneşi görmeden çalışıyoruz bilgisayar başında. Oturduğumuz yerden dünyanın öbür ucunda kesilen ormanlardan elde ettiğimiz kağıtlara print yapıyoruz, havayı kirleten petrol ürünleri kullanan lojistik araçları idare ediyoruz, her yanımız plastik dolu - tabiata zehir gibi çöp bırakıyoruz her birimiz! Aldığımız her karar, dünyayı mahvediyor ama biz bütün bunlardan habersiz - teknolojik oyuncaklarımızla verdiğimiz zararın boyutunu daha da genişletecek yollar buluyoruz her gün. Eskiden bir fabrika zor idare edilirken, artık dijital yöntemlerle 5-10 fabrikayı kolaylıkla idare edebiliyoruz tek yerden.

2- Çıkarmak için toprağı ve nehirleri zehirlediğimiz altın kolyelerimizi takıyor, öldürdüğümüz hayvanların derisini-kürkünü yüzüp giyiyor, polyester-naylon ağırlıklı kumaşlarla örtünüyor ve buna MODA diyoruz. Bir düşünün, üzerinizde olup, tabiata zarar vermeden üretilebilecek tek bir şey var mı? Boyası, yapışkanı, metali, ham materyali, dikişi, ipliği... Herşey dünyaya zarar vermek pahasına üretiliyor ve bunu da insanlara işkence ederek yapıyoruz. Siz hiç bir fason üretim atölyesi gördünüz mü? Üç kuruş maaşla köle gibi çalışan insanları? Neden? Hergün yeni birşey giymesek, üzerinde dana gözü gibi marka yazılı olan çanta-ayakkabı almasak ne olur? Hasta mıyız biz yahu? Bir de bunu bir statü göstergesi haline getirip, birbirimizi ona göre değerlendiriyoruz! Çünkü geliştik!

3-  Deterjanlar, ilaçlar, kimyasallar... Petro-kimya ürünleri, nükleer atık üreten sanayi... Hepsi, kendi kendimize icat ettiğimiz ve aslında tamamen kapitalizmin sultanlarına hizmet eden para basma makinalarının benzini... Hatta biz de o benzinin bir parçasıyız - amele olarak:) Hem üretmek için çalışıp para kazanıyoruz, hem de sonra kazandıklarımızı o ürettiğimiz şeyleri satın almak için harcıyoruz. Günün sonunda bizler, elimizde üç beş birşey birikmişse eğer, emekli olup tabiatın kucağında son günlerimizi yaşamaya çalışıyor ve son paramızı da yılların yıprattığı vücutlarımıza doping için kullanıyoruz - sağlık sektörü!

Hakikaten insanoğlu çok enteresan... Yani uzaylı olsam, dışarıdan bakıp "napıyo bu mallar?" derdim. Ha ben çok mu farklıyım? Yoooo, aynen ben de üç kuruş para kazanıp da tabiatın koynunda yaşlanabilmek için debeleniyorum. Çünkü korkuyorum! Çünkü bize böyle öğretildi! Pasifik adalarından birinde bir köy hayatı yaşayıp, hayatın asıl amacını kaçırır mıyım diye tedirgin oluyorum. O yüzden de hayatımı eşşek gibi çalışıp, o pasifik adalarında belki tatil yapabilirim ümidi ile mahvetmeyi seçiyorum:) Aradaki fark şu: köylü olsam herşeyimi kendim yapmak zorundayım, tatile gitsem lüks otelde herşey ayağıma gelecek-geçici bir süre için! Sürü halinde yaşayıp, kendimi diğerlerine gösterme ve üstünlüğümü ispat etme derdi ile; lüzumsuz manasız bu sistemin içinde yaşayıp gidiyorum.

Sistemi kim yönetiyorsa tebrik ederim, hakikaten dahiyane! 8 milyar köleyi idare etme projesi, neyin deneyi olabilir onu anlamaya çalışıyorum...

Sabah sabah çok felsefe yaptım, ama hakikaten birgün insanoğlu neyi farkedecek biliyor musunuz? Ulan hakikaten çok boş yaşıyoruz! Bir halta yaramadığımız gibi, aldığımız nefes bile dünyaya zarar:))) Hadi ben gidiyorum şimdi, bilgisayar başına oturup, gelen yeni nesil köleleri nasıl daha iyi yetiştiririz diye proje hazırlamam lazım:) Belki işler rast giderse, birkaç gün deniz kenarına kaçıp bir otelde dinlenirim - ve bunu da başarı olarak etrafa göstermek için sosyal medyada yayınlayıp kendimce mutlu olurum. 

Gerçekten gerizekalıyız yahu...


0 comments:

Yorum Gönder